Hiçkimse çirkinliğini göstermek istemez, herkes en
iyi ve en ideal, en güzel ve en pürüzsüz halini sergilemekte ama öyle bir an
gelir ki dayanamaz insan ve bir bakmışsın çıkıvermiş su üstüne gerçek yüzün,
çünkü yorulmuşsundur artık hep mutlu olmaktan, hep mutluymuş gibi görünmekten,
hep başkasına göre kalıp değiştirmekten ve sürekli başkalarının seni görmesini
istediğin şekilde görünmekten.
An gelir ve değişim başlar, hissedersin ve herşeye
isyan edersin.
Hayata, sevdiklerine, çevrene haykırır durursun,
bağrğr tepinirsin. Her davranışın bir isyan, her sözün bir direniş olur, her
yaptığın bir şeye tepkidir ve artık sevilmek öncelik olmaktan çoktan çıkmıştır.
Herşeyden önce sen olmak istersin: maskelerden
sıyrılıp kendin gibi davranmak, kendin olmak, savaşta aldığın darbelerin
iyileşeceğini bildiğin gibi bilirsin teker teker hayatından kaybolan yalancı
sevgilerin, sahte dostların, çıkarcı akrabaların yoklugunun zamanla acı vermez
olacağını. Ve yokluk acısı en ağır olanlardan olsa da geçicidir bilirsin.
Zamanla yalnızlığının efendisi ve kendinin hakimi olursun. Bilirsin, düşe kalka
hayatı tek başına göğüslemeyi, öğrenirsin sevilmeden , istenmeden, önemsenmeden
yaşamayı. Sevilmemeye katlanırsın çünkü bunca yıldır ektiğin sevgi tohumlarının
karşındaki insanlarda yeşermediğini anlayıp artık oraları sulamayı bırakırsın.
Yoğun ve yalın bir yalnızlık içinde büyük şehrin
dinmeyen uğultusunda ve o sahte kalabalığında, ağacın dökülen o son sonbahar
yaprağı gibi sen de bu duyguyla göçüp gidersin.
Geldiğinde yalnızlığın giderkenki kadar büyük
şimdi. Ve hatırlıyorsun. Önüne sunulmuş bu hayatı nasıl da boşuna tüketip
geçirdiğini, hayıflanırsın çünkü bilirsin artık herşeyin gelip geçici olduğunu
ve tüm acıların bir gün son bulacağını, çükü bilirsin ki hiçbir şey zamana
direnemez ve herşey zaman içinde anlam kazanır.
Yalnız başına geldiğin bu alemden de yalnız başına göçüp gidersin
öylece...