Toplumumuz
ne yazık ki okumuyor. Bu milyonlarca insan yığını içinde aptal gazete
haberlerine, ya da bizi geliştirmeyen spor haberlerine o çok değerli zamanını
ayıran binlerce kişi var ama onlar da okumuyor aslında.
Nedendir
bilmiyorum ama elinde kitap olan birine hayranlık duymamak için kendimi zor
tutuyorum. Elimde değil sempati beslememem bu kişilere, sanki olağanüstü bir
beceriye sahiplermiş gibi gözlerim takılır onlara. Nefis bir sesin harika bir
şarkıyı yorumaması, bir müzik aletinin virtüözünü dinler gibi bakakalırım öylece, harika figürleriyle muhteşem bir sahne performansı sergileyen
bir dansçı gibi görünürler gözüme o anda,
hatta öyle saçma bir boyuta ulaşır ki bazen hissetiklerim, yanlarına gidip
sohbet açmak istiyor canım, hele ki okuduğum ve sevdiğim bir kitabı okuyorsa
karşımdaki ruh ikizimi bulmaya ramak kalmış gibi kıpır kıpır olur içim.
Geçenlerde bir
kafedeyim, herzamanki gibi kitabım çantamda, zaten yanımda olmazsa eksik ve
yarıçıplak hissederim kendimi, üzerinde para ve gidecek yere bileti olmayan
birinin evden dışarı çıkması gibi rahatsız edici bir his kaplar içimi. Ortalık
hıncahınç dolu, etrafta büyük bir uğultu, boş boş konuşmalar, elinde telefonu, tableti
ile vakit geçiren bir sürü zamanı boşa harcayan insanla birlikte aynı mekanı
paylaşıyorum. Birçoğu sanal alemdeki yüzlerce hatta binlerce arkadaşının nerede ve nasıl vakit
geçirdiğine bakmakta ve/veya okumakta, onlar kadar gezen, gören ve onlarınki kadar
renkli ve eğlenceli bir hayatları olmadığı için kendilerini mutsuz ve depresif hissederken o
değerli dakikaların bir daha asla geri gelmeyeceğinin farkında olmaksızın hayatın her anını mutsuzlukla sulayıp gömüyorlar.
Yalnızlığa mahküm
gibiyim, kitap okumayan insanlarla dolu bu ülkede, bu şehirde yalnızlık sonsuz
cezam olacakmış gibi bir his kaplıyor içimi sıkça. Çağ böyle, oyunu çoğunluğun koyduğu kurallara göre
oynamazsan arkadaşların olmaz. “Kalabalık yığınlar içinde
herkes yalnız” aslında, zamanla keşfettiğim bu evrensel gerçek ne
olursa olsun geçerliliğini sonsuza dek koruyacak ne yazık ki.
İnsanlar
vardır onlara herşeyin hazır sunulmasını, önlerine en iyi şekilde harmanlanmış halde
gelmesini bekerler, zahmetsizce tüketmek isterler kitapları: birileri okuyup
onlar için özetini çıkarsın, ana düşünce
ve temaları hazır sunsun diye beklerler. Oysa kitabı değerli kılan özeti olsaydı,
yazar kendi yazdığını özetleyerek yayınlar ve kitabın aslını yok ederdi.
Kitap
okumak lezzetli bir yemek hazırlamak ve onu iştahla yemek gibidir: zaman alır,
yemek yaparken nasıl doğru ısı, doğru malzeme, doğru zamanı bir araya getirmek gerekiyorsa iyi
bir kitap da birçok doğruyla aynı anda karşında olmalı böylece geçmişi ve geleceği birbirine bağlar, seni harmanlar, seni sen yapar,
çaktırmadan sana öyle bir tat verir ki sen bile kendine şaşırır kalırsın
aldığın zevkten.
Emek
verilmemiş hızlı, sevgisiz ve isteksiz yapılmış bir yemek ağızda
nasıl bir ayakkabı tabanı tadında boş ve lezzetsiz bir tat bırakıyorsa özensiz
okumalar, doğru seçilmemiş kitaplar da içine sızamaz, sana ulaşamazlar, ruhuna dokunamazlar.
Kitap
okmak zevk işidir. Seviyorum çünkü bana beni benden iyi anlatıyor. Kendimi
yeniden buluyorum, kim olduğumu yeniden keşfediyorum.Ve yeniden var oluyorum.
Her
kitabın “kokusunda davet var” , ben
de her kitapçıya girdiğimde o kitap kokusundan mest olurum, o davetin eşsiz ve
sınırsız gizeminde kaybolurum saatlerce. Yeni bir kitap kadar hiçbir şey
heyecanlandırmaz beni, o yeni kelimelerin büyüsü, o eşsiz hikayelerin gizemi, o
sunulmuş eşsiz armağanın tadına, o yaşanmamış yaşamın gizemine doyamıyorum. Hayatın anahtarını hazır sunan
değerli bir hediye gibidir kitaplar, eşsiz bir lezzet için eşsiz bir okuma
gerektiren. Kendine bir iyilik yap, bugün kitap oku.