Testament of Youth
Mesela kolayca güzel bulduğum bir tablonun esiri, onun
ressamının hayranı, bayıldığım bir müziğin kölesi olurken onun bestecisinin büyüsünde uzunca bir
süre hapsolabiliyorum. Kendimi kaybedecek kadar sevebiliyorum işte güzeli,
güzellikleri, hele güzel insanları. Nasıl desem anın içinde güzel olan her şeye sonsuzluk zincirindeki bir halka misali bırakmaksızın tutulabiliyorum kolayca.
O yüzden güzellik nadir de olsa karşıma çıktığında gitmesine kolay kolay izin vermem.
Bir sürü film seyrettim bu ara, ara sıra yazacağım onlar hakkında. Bugünkü konum müthiş bir savaş metaforu olan 2014 yapımı “Testament of Youth” filmi.
Birinci dünya
savaşını en iyi anlatan yazarlardan biri olan Vera Brittain’in, aynı adlı romandan uyarlanan bu film aynı zamanda yazarın hayatından fazlasıyla otobiyografik izler taşıyor. Ne yalan söyleyeyim bu filmden önce Vera Brittain’in adını da, eserlerini de duymamıştım. Sinemanın bana tanıştırdığı milyonlarca yazar arasından bir diğeri oldu Vera Brittain.
Film, I. Dünya Savaşı'nın insanda
bıraktığı yıkıcı acıyı anlatıyor, dayanılması güç kayıplarını işliyor. Açlığı,
sefaleti, genç yaşta ölen idealist insanların ölümünü çarpıcı bir dille
ve görsellikle anlatmış, filmin ikinci yarısı inanın seyretmekte zorluk
çekeceğiniz ağır sahnelerle dolu. İki saati geçkin süre boyunca genç, asi ve
zeki bir genç kız olan Vera’nın hayata bakışı, umutları, beklentileri üzerine gelişirken birden bire ortaya çıkan savaşın etkisiyle bölünür, paramparça olur. Hayat, o andan itibaren bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır. Vera'nın yaşadıklarında, o dönemde herkesin karşı karşıya kaldığı acı ve umutsuzluk, anlamsızlık, çaresizlik duygularıyla yüzleşiyor seyirci. Bu film Vera ve onun gibilerin yitirdikleri umutlara,yaşama coşkusuna, ben olamadan gidenlere, savaşta yitirilen babalara, kardeşlere, aşklara, insanlığa bir görsel ağıt. Savaşla
birlikte, filmin ilk yarısına hakim olan asalet, zenginlik, güzellik, ikinci yarıda sönüp yok oluyor.
Ülkeyi koruma idealiyle yanıp tutuşan o
genç yüreklerin aslında savaştıkça, savaşın anlamsızlığında birer kurbana dönüşüp,
savaşın yok ettiği birer yeşerememiş ağaç, birer sönmüş yaşam kaynağına
döndükçe seyirci de paramparça oluyor..
Aile içinde 18’ini yeni doldurmuş gençlerin savaşa gönüllü
katılmalarının verdiği acı, her gün
yayınlanan gazetedeki yüzlerce ölen gencin isminin yayınlanması ve çekilen açlık
ve sefaletle birlikte savaşın insan doğasına, insanın yaratıcılığına olabilecek en aykırı şey olduğunu
bir kez daha anlıyor, görüyor, pekiştiriyor insan. Savaş aşkın her halini yıkıp yağmalıyor, aile aşkı, kardeş aşkı, sevgili aşkı...
Aşk acısı, savaş acısı, kaybetme,
ölüm, savaşın iğrenç yüzünün ve geriye sağ kalanların üzerindeki tamir olamaz,
yıkıcı, can parçalayıcı etkisinin bir yansıması bu film. Zaman zaman savaş sahnelerine gözünü
kapatıp, gözyaşlarını tutamadığın, seyredilmesi güç bir filme dönüşüyor
Testament of Youth.
İnsanlığın barış adına, huzur
adına savaşarak ödediği, gereksiz ağır bedelleri üzerine bir film bu. Her savaş
gibi bu da bittiğinde geriye yetim çocuklar, dul genç kadınlar,gözü yaşlı ana babalar, binlerce sakat
insan, milyonlarca ölü bırakır . Milyonlarca paramparça olmuş yaşam,
boşu boşuna heba edilmiş gencecik yaşamlar.Kan kokusu ve tedavi olmaz derin acılar.
Filmdeki Vera ve Roland'ın romantik, asi, tutkulu ve derin aşk görülmeye değer.
Oyuncuların tümünü oldukça başarılı
buldum, her biri karakterin içine girebilmiş, bize onların duygu dünyaslarını yansıtabilmiş. Başröldeki Alicia Vikander
abartısız Oscarlık bir performans sergilemiş, kendisini Ex-Machina filminde de
çok beğenmiştim. Hatta abartısız söylüyorum geleceğini oldukça parlak buluyorum, inanın o hiç sevmediğim, soap opera kızı Jennifer
Lawrence’a bin basar.
Savaş mı istiyorsun, istersen bu filmi bir kez seyret sonra tekrar konuşalım.
Barışın hiç bitmediği bir dünya için gece gündüz duacıyım.