27 Haziran 2013 Perşembe

Trolösa / Faithless / Infidèle (2000) BERGMAN

Nasıl da seviyorum Bergman’ı. Beni benden alıyor her filmi, uçuruyor, düşündürdükçe büyülüyor, aklımı meşgul ediyor, bana beni anlatıyor.
Her seferinde yine ve yeniden tutkunu oluyorum bu dehanın. Sevmediğim hiçbir filmi hiçbir senaryosu yok.
Kanımca çok çeşitli insanlarla iç içe, dip dibe yaşadığı ve çalıştığı için insan olmanın kırılgan inceliklerini çok iyi analiz edebilmiş . Bu sayede Bergman sineması pekçoğumuzun en derin, en mahrem yerlerimize dokunabiliyor, ruhumuzu ele geçirebiliyor ve bizi saatlerce esir edebiliyor.
Bergman kadın erkek ilişkileri konusunda tam bir uzman. Bunu yaşadığı birçok evliliğe ve ilişkiye de bağlamak mümkün. Benim esas anlayamadığım şey şu: ondaki bu enerji ve yaşam iştahı nasıl birşeydir ki etrafındaki bir sürü kişiyi kendi girdabına alıp sürükleyebiliyor ve yeri geldiğinde birçok kişinin hayatını alt üst edebiliyor ve derinden etkileyebiliyor. Dokunduğu her kadını değiştirmiştir Bergman ve hiçbirini tam olarak sindiremediğinden her seferinde bir yenisi eskinin yerini almıştır.
Böyle bir adama gerçekte tutulmak  başlarda tadına doyulmaz nefis bir  tat verirdi kuşkusuz ama sonu pek çok acıya gebe bir ilişki olurdu bu. Çünkü Bergman hiçbir ahlak ve hiçbir aşk kuralına uymayan biri, şekillendirilemeyen, tanımlanamayan, bir sonraki adımı kestirilemeyen, güven vermeyen, hayalperest, bencil ve ilişki sorumluluğunu üstlenmeyen biri.
Bir kadın gözüyle baktığımda Bergman tarzı bir erkek tutkum olabilirdi ama hayatımın aşkı ünvanını kesinlikle alamazdı.
Herneyse gelelim 2000 yılı yapımı “Trolösa” filmimize, diğer adıyla “Faithless” yada “Infidèle” . Liv Ullmann’ın yönettiği bu film nasıl da buram buram Bergman kokuyor. 



Dokuz yaşında Isabelle adında bir kız çocukları olan Marcus ve Marianne çiftinin mutlu bir evliliği vardır. Marcus orkestra şefi, Marianne oyuncu. 



Aile dostları David onları sık ziyaret edenlerdendir. Marcus’un uzun seyahatlerinde Marianne   ve Isabelle ile yakın ilişkisini ve ziyeretlerini sürdüren David, Markus’un seyahate olduğu bir gece Marianne ile yatmak ister. Bu ilişkiyi daha çok abi kardeş ilişkisine benzeten Marianne bu teklifin karşısında şaşırır Yine de adamı reddetmez ve o gece onunla uyur. Ertesi gün dostluk mesajının dışında hiçbir anlam taşımayan bir not alır Marianne David’den. Kadın kırılır çünkü yanındaki adamı ıstemiştir aslında. Daha sonra karşı koyamadığı bir hal alır ilişkileri, Paris’e gitmeye karar verirler ve orada dolu dolu, gece gündüz birlikte 3 hafta geçirirler.
David çocuklu boşanmış biri, buna rağmen kendi çocuğuyla dahi ilgilenmeyen arayıp sormayan sorumsuz bir baba. Marianne ile bu ilişkiye başladığında mesleki çöküştedir. İşleri hiç iyi gitmemekte, para sıkıntıları vardır ve borç içinde yaşamaktadır. Tek odalı bir dairede oturur. Paris'teki son günlerinde David, Marianne’ın geçmişteki ilişkilerini sorgular ve retrospektif kıskançlık yaşadığını kanıtlar. Marianne'i tüm eski ilişkilerinden dahi kıskanır ve onunla kavga eder, neye uğradığını şaşıran Marianne tüm bu olanlara anlam veremez.
Paris’ten döndüğünde araları açılır ama Marianne dayanamayıp David’i ziyaret eder ve tekrar birlikte olmaya devam ederler.


İlişkiyi öğrenen Marcus, David’in dairesinde onları basar. Marianne acı çeker, fakat David’le olmak istediğini belirtir, Marcus boşanma davası açar, Marianne çocuğunun velayetini ister, Marcus kadına bu konuda uzun bir süre acı çektirir. Sosyal hizmetler Davd ve Marianne’ın yaşadığı yeri inceler ve orayı İsabelle’in yaşamasına pek de uygun bulmaz. Daha büyük bir eve taşınmaları gerekir. Bu sırada Marianne David’den hamile de kalır, herşey iyi gibidir.
Bir gün Marianne’i Marcus arar ve bu savaştan bıktığını söyler, kızının velayetini Marainne’ verebileceğini söyler.
Marianne ve David kavga eder, Marianne’in Marcus’la başbaşa görüşeceğini söylediğinde kıskançlıktan kudurur David.
Marianne hamile ve Marcus’la görüşmeye gider, Marcus onunla birlikte olursa kızının velayetini alabileceğini söyler. Ve Marianne’e başka seçenek bırakmaz.
Eve döndüğünde David hırçın, bencil ve kıskançlıktan deliye dönmüştür. Sadece kendini ve kendi bulunduğu durumu düşünür, empati yeteneğinden yoksun o da Marianne’ye psikolojik ve sözel olarak saldırır.
Yalnız, terkedilmiş, üzgün hayat karşısında yenilmiş ve kızına kavuşmanın bedelini öderken hayatındaki iki erkeğin de onu hiç mi hiç önemsemediklerini anlamıştır aslında. Kürtaj yaptırır. David başka bir film çekmek için şehir dışına çıkar bir süreliğine, döndüğünde Marianne’i filmdeki başrol oyuncusuna aşık olduğunu söyler ve onu terkeder.
Marcus intihar eder. Marcus’un uzun soluklu sevgilisi (filmin sonunda öğreniyoruz ki ilişkileri daha Marianne ile evlenmeden başlamış) evde mektup bulur. İntiharı kızıyla birlikte yapmayı planlamıştır Marcus ama kızı Isabelle ona eşlik etmekten korkmuştur.
Filmin ana teması da işte burada karşımıza çıkar : aldatmak ve aldanmak.Filmin sonunda Marianne, yalnız, aldatılmış, aldanmış ve kendini kandırmış olduğunu anlarız. Kadının duygularının erkeğinkiyle hiçbir şekilde örtüşmediğini gününü gün etmekten ziyade hayatı paylaşmak ve her gün yine ve yeniden uyandığında onu anlayacak, ona destek olacak, aile yükünü onunla taşıyacak birnyle olam hayallerinin her zaman için sadece hayal kalacağını derinden hissediyoruz.
Tüm değerlerin Marianne'ın gözünün önünde yıkılıp yokolduklarını görüyoruz, emek verdiği , çırpındığı savaştığı herşeyi yitirmiştir Maranne: sağlam görünen sahte bir evliliğin içindeki eski koca Marcus sadece yüzeysel bir figür olmuştır evliliğinde, tutku, dostluk ve paylaşımın gerçek simgesi ve nihayet hayatı birlikte taşıyabileceği David "tarih tekerrürden ibarettir" adlı atasözünü pekiştirircesine daha önce terkettiği karısını ve çocuğunu bıraktığı gibi yeni bir aşk uğruna koşa koşa ardına bile bakmadan terkeder Marianne’ı da. Isabelle tüm bunların sonunda psikolojisi bozulmuş, yalnız, mutsuz ve daha 9 yaşında aşka ve hayata sevgisini yirirmiş bir çocuk.
Kadının kendi kendini düşürdüğü bu tuzaktan geriye sadece yaşlı, yalnız ve hayatın karşısında
yenilmiş umutsuz bir Marianne kalıyor.



Büyüksün Bergman ! Senin her filmini seviyorum, senin her filminde kendimi daha iyi tanıyorum.İyi ki filmlerin ve senaryoların var.
“Tolösa” ile acı çektirdiğin yalnız bıraktığın tüm kadınlardan ve büyütemediğin, babalık yapamadığın tüm çocuklarından özür dilemeye çalışıyorsun anlıyorum, senin gibi nice erkeğin tercümanı olsan da  bu kadın ve çocukların hiçbiri seni tam olarak içten içe affedebileceklerini ben hiç sanmıyorum. 


Ruhun şad olsun Bergman.



17 Haziran 2013 Pazartesi

Guernica

Guernica, Pablo Picasso tarafından 1937'de yapılan, İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanyası'na ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937'de İspanya'daki Guernica şehrini bombalamasını anlatan, 7,76 m eninde ve 3,49 m yüksekliğinde anıtsal tablodur. Saldırı sırasında 250 ila 1.600 kişi hayatını kaybetmiş, çok daha fazla sayıda kişi de yaralanmıştı.
  
                                         

Guernica, savaş trajedilerinin ve savaşın bireyler üzerindeki acı verici etkilerinin bir özetidir. Tablo zaman içinde, savaşın yarattığı trajedilerin anımsatıcısı, savaş karşıtı ve barış yanlısı düşüncelerin sembolü haline gelmiştir.

Picasso, Guernica üzerinde çalışırken de şunları söyledi:
İspanya'nın mücadelesi, insanlara, özgürlüğe yapılan saldırıya karşıdır. Ressam olarak hayatım boyunca sürekli sanatın ölümüne karşı durmaya çalıştım. Benim gericilikle ve ölümle anlaşma içinde olduğumu kim bir an için bile olsa düşünebilir? ... Üzerinde çalıştığım ve Guernica ismini vereceğim resimde, ve son zamanlardaki tüm eserlerimde, İspanya'yı acı ve ölüm okyanusuna batıran askeri sınıfa duyduğum nefreti açıkça göstermekteyim.