30 Ekim 2013 Çarşamba

Biri okumak mı dedi?


Toplumumuz ne yazık ki okumuyor. Bu milyonlarca insan yığını içinde aptal gazete haberlerine, ya da bizi geliştirmeyen spor haberlerine o çok değerli zamanını ayıran binlerce kişi var ama onlar da okumuyor aslında.




Nedendir bilmiyorum ama elinde kitap olan birine hayranlık duymamak için kendimi zor tutuyorum. Elimde değil sempati beslememem bu kişilere, sanki olağanüstü bir beceriye sahiplermiş gibi gözlerim takılır onlara. Nefis bir sesin harika bir şarkıyı yorumaması, bir müzik aletinin virtüözünü dinler gibi bakakalırım öylece, harika figürleriyle muhteşem bir sahne performansı sergileyen bir dansçı gibi görünürler gözüme o anda,  hatta öyle saçma bir boyuta ulaşır ki bazen hissetiklerim, yanlarına gidip sohbet açmak istiyor canım, hele ki okuduğum ve sevdiğim bir kitabı okuyorsa karşımdaki ruh ikizimi bulmaya ramak kalmış gibi kıpır kıpır olur içim.



Geçenlerde bir kafedeyim, herzamanki gibi kitabım çantamda, zaten yanımda olmazsa eksik ve yarıçıplak hissederim kendimi, üzerinde para ve gidecek yere bileti olmayan birinin evden dışarı çıkması gibi rahatsız edici bir his kaplar içimi. Ortalık hıncahınç dolu, etrafta büyük bir uğultu, boş boş konuşmalar, elinde telefonu, tableti ile vakit geçiren bir sürü zamanı boşa harcayan insanla birlikte aynı mekanı paylaşıyorum. Birçoğu sanal alemdeki yüzlerce hatta binlerce arkadaşının nerede ve nasıl vakit geçirdiğine bakmakta ve/veya okumakta, onlar kadar gezen, gören ve onlarınki kadar renkli ve eğlenceli bir hayatları olmadığı için kendilerini mutsuz ve depresif hissederken o değerli dakikaların bir daha asla geri gelmeyeceğinin farkında olmaksızın  hayatın her anını mutsuzlukla sulayıp gömüyorlar.

Yalnızlığa mahküm gibiyim, kitap okumayan insanlarla dolu bu ülkede, bu şehirde yalnızlık sonsuz cezam olacakmış gibi bir his kaplıyor içimi sıkça. Çağ böyle, oyunu çoğunluğun koyduğu kurallara göre oynamazsan arkadaşların olmaz. “Kalabalık yığınlar içinde herkes yalnız” aslında, zamanla keşfettiğim bu evrensel gerçek ne olursa olsun geçerliliğini sonsuza dek koruyacak ne yazık ki.



İnsanlar vardır onlara herşeyin hazır sunulmasını, önlerine en iyi şekilde harmanlanmış halde gelmesini bekerler, zahmetsizce tüketmek isterler kitapları: birileri okuyup onlar için  özetini çıkarsın, ana düşünce ve temaları hazır sunsun diye beklerler. Oysa kitabı değerli kılan özeti olsaydı, yazar kendi yazdığını özetleyerek yayınlar ve kitabın aslını yok ederdi.

Kitap okumak lezzetli bir yemek hazırlamak ve onu iştahla yemek gibidir: zaman alır, yemek yaparken nasıl doğru ısı, doğru malzeme, doğru zamanı bir araya getirmek gerekiyorsa iyi bir kitap da birçok doğruyla aynı anda karşında olmalı böylece geçmişi ve geleceği birbirine bağlar, seni harmanlar, seni sen yapar, çaktırmadan sana öyle bir tat verir ki sen bile kendine şaşırır kalırsın aldığın zevkten. 

Emek verilmemiş hızlı, sevgisiz ve isteksiz yapılmış bir yemek ağızda nasıl bir ayakkabı tabanı tadında boş ve lezzetsiz bir tat bırakıyorsa özensiz okumalar, doğru seçilmemiş kitaplar da içine sızamaz, sana ulaşamazlar, ruhuna dokunamazlar.


Kitap okmak zevk işidir. Seviyorum çünkü bana beni benden iyi anlatıyor. Kendimi yeniden buluyorum, kim olduğumu yeniden keşfediyorum.Ve yeniden var oluyorum.

Her kitabın  “kokusunda davet var” , ben de her kitapçıya girdiğimde o kitap kokusundan mest olurum, o davetin eşsiz ve sınırsız gizeminde kaybolurum saatlerce. Yeni bir kitap kadar hiçbir şey heyecanlandırmaz beni, o yeni kelimelerin büyüsü, o eşsiz hikayelerin gizemi, o sunulmuş eşsiz armağanın tadına, o yaşanmamış yaşamın gizemine doyamıyorum. Hayatın anahtarını hazır sunan değerli bir hediye gibidir kitaplar, eşsiz bir lezzet için eşsiz bir okuma gerektiren. Kendine bir iyilik yap, bugün kitap oku.