25 Kasım 2013 Pazartesi

2007 Arşivimden

BABİL

Bir film seyrettim ve hayatım biraz daha anlam kazandı.
Duygular evrenseldir, nerede yaşadığın ve kim olduğun önemli değil.
(Ne mekanın bir önemi var, ne de kişinin kim olduğunun hele nasıl bir mal varlığına sahip olduğunun hiçbir önemi yok.)

Bir silah patlaması ile kesişen yazgılar.
Japonya’da sağır ve dilsiz bir kızın ve onun babasının, Fas’ta fakir bir ailenin, Meksiaklı bir bakıcının ve  Amerikalı bir karı kocanın hayatları.

Geçim derdindeki Fas’lı bir fakir, sahip olduğu değerli tüfeği ki onun anısı avda rehberlik ettği bir Japon’un hediyesi olan “ av tüfeğini” Fas’lı bir başka adama  500 dharma ve 1 keçi karşılında satıyor. Satıyor çünkü hayatta kalması gerekiyor, yemeden içmeden de bu pek mümkün değil.
Silahı satın alan diğer Fas’lı aile bu keçilerin postlarını satan bu adamın14-15 yaşlarında 2 oğlu da görür görmez o av tüfeği ile o denli ilgileniyorlar ki nasıl tutulması gerektiğini bile bilmeden ateş etmeye başlıyorlar. Bu tehlikeli oyuncağın cehaletle birleşerek olabilecek tehlikenin sinyalleri de yavaş yavaş tırmanan gerilimli melodi ile doruğa ulaşıyor. Çok az bir süre sonra 2 kardeş kim daha iyi ateş ediyor iddasıyla yoldan gelen bir turist otbüsüne ateş ediyorlar ve ne yazık ki kurşun amerikalı kadın Sarah’nın omuzuna saplanıyor.
Karı koca arasında esen soğuk rüzgarların geçmesi için çıkılan bu barış yolcuşuğu, bu yeniden başbaşa kalma ve aşkı tazeleme yolculuğu bu olayla bir kabusa dönüşüyor.
Karısının vurulması ile artan gerilim 2 amerikalı çocuğun Meksikalı bir bakıcıya emanet edildiği yere bağlanıyor. Çok mutlu olan bu 2 minik çocuğun kardeşlerinin ani bebek ölümü sendromu ile kaybettikleri bir kardeşleri de olduğu ortaya çıkıyor. Bu 2 çocuğun annesi ve babası bu vurulan kadın ve yanındaki eşinin olduğu da anlaşılıyor. Herşey bu trajik serseri kurşunla birbirine bağlanıyor. Fas’ın köhne bir köyünde her çeşit medeniyetten uzak yaşayışlarına devam eden insanlar kadar, lüks içinde her çeşit varlığa sahip büyük şehir insanının yalnızlığında kaybolmuş bir japon genç kızın öyküzüne bağlanıyor film.
Sevmenin bu kadar yozlaşmış olması ve bir yudum sevgiye aç kalmış bir genç kızın annesi intihar etmiş, babası da çok çalışmaktan pek de kızına arkadaşlık edip ona can dostluğu yapma konusunda pek eksik kaldığını ve aralarında bir diyaloğun olmaması ve genç kızın bu diyaloğu çıkmaza sokması ile devam ediyor film.
Meksikalı bakıcının oğlu evleniyor ama ne yazık ki Amerikalı aile ki karısı talihsiz bir kaza sonucu vurulmuştur zamanında eve gelemiyorlar.
Kadın oğlunun düğününe gitmek zorunda ve çocuklarla ilgilenecek kimseyi bulamayınca onları elini kolunu sallaya sallaya Meksika’ya götürüyor. Düğün boyunca yapılan alemin ardından zil zurna sarhoş yeğeni, bakıcıyı ve çocukları eve götürmak için yola çıkıyorlar fakat sınırda çıkan problemlerden dolayı, içkili genç arabayı Amerikaya kaçak sokup Teyzesini ve 2 çocuğu neredeyse çöl bir bölgede bırakıyor, aç susuz uykusuz perişan kalıyorlar, kadın bakıcı o koskoca arazide çocukları bırakıp yardım arıyor fakat o kadar geniş arazide geri dönüp çocukları bulması da o uzaklaştıkça imkansızlaşıyor.
Filmin sonunda kadın sınır dışı ediliyor, çocukların şans eseri bulunduğunu öğreniyoruz,
Fas’taki babalarının bakıcıdan davacı olmayacağı öğreniliyor ama amerikan hükümeti kadını kesinlikle suçlu buluyor.
Esas trajedi Fas’ta devam ediyor : bilinçsizce bir oyuncak gibi kullanılan bir av tüfeğinin açtığı bu dram öylesine üzücü : polislerin faili meçhul’leri aramaya koyulması ile 2 oğlundan küçüğünün kadını vurduğunun itiraf etmesiyle çareyi kaçmakta buluyor ve düşüyorlar baba , oğul ve küçük kardeş yollara, yolda polislere yakalanıyor ama polisler ateş edince bunlar panikleyip ne yapacaklarını şaşırıyorlar teslim olmayı akıl edinemeyip bu olaya isyan eden küçük kardeş silahı alıp karşı ateş açıyor ve polislerden birini vurunca esas olay alevleniyor. Olayda büyük kardeş vuruluyor ve ölüyor, küçük kardeş Amerikalı kadını vurduğunu itiraf  etiyor ama kardeşinin kurtarılması için ağlayarak yalvarıyor.
Acı duyuyorsunuz cehaletin bir insan hayatını ne kadar kolay harcayabileceğini görüyorsunuz. Var olan tek şey kişinin ayakta kalma savaşı aslında, ta ki sevdiği birinin ya da kendisinin bu olaydan zarar görene kadar.
Yaralanan kadının perişan kocası ne yapacağını bilmiyor ama elinden geldiğince karısına destek olup yanında kalıyor, onun için çocuklar için kaygılanıyor, kadını seviyor hatta onsuz bir yaşamın olamayacağını biliyor . Karısı güçlü bir  kadın, aralarında iletişim sorunu olsa da buzlar çözülecek gibi görünüyor.
Otobüste yolculuk yapan geri kalan turist kafilesi o kadar can derdine düşüyor ki otobüsü alıp kaçıyorlar, Fas’ın doktoru bile olmayan küçücük köyünde mahsur kalan karı koca ambulans için beklerken kanamanın durmaması sonucu kadının hayatını kaybetmemesi için bir veterinere dikiş attırmak zorunda kalıyorlar. Pis, medeniyetten iz olmayan bu köyde geriye sadece yaşayan  insanlık  kalıyor, yardımseverlik, ve asıl olanın bu olduğunu görüyoruz. Otobüs şöförü olayın başından beri perişan kocanın yanından ayrılmayarak tüm manevi ve maddi desteğini onlara veriyor.
Sonunda gönderilen ambulans ile kadın Fas’ın başkentinde ameliyat oluyor, oradan taburcu oluyor ve evlerine dönüyorlar.


Hangisi daha kötü : cehalet mi, sevgisizlik mi, terkedilmişlik duygusu mu, savunmasızlık mı, yalnızlık mı, sağır ve dilsiz olmak mı, sorumluluklardan kaçmak mı, konuşmayıp olayları kabullenmek mi, bencillik mi, çocuğunu kaybetmek mi, çocuklarını çok da derin düşünmeden bir bakıcıya emanet etmek mi...
Sorular arttıkça artıyor, her soruya da verilecek yanıtlar çeşitlendikçe çeşitleniyor...İşin en garip tarafı iyisiyle kötüsüyle acı aynı acı, yer mekan zaman uzam önemli değil, hissettiğn o dipsiz uçsuz bucaksız yalnızlık hissi kaplıyor içini.
Ve şükrediyorsun: sahip olduğun ve yaşadığın her güzel an için, sevdiklerinle geçirdiğin her güzel şey, için, sevip da sevildiğin için, severek çocuk yaptığın için, severek ve isteyerek yaşadığın için ve hayatın tüm acılarına karşı koyarak hala aykta dimdik olduğun için.
Sevgi herşeyin özünde ve temelinde.
Cehalet her kötülüğün tohumunu barındırıyor.
İletişim karanlıkta kalan birçok şeyi açığa kavuşturuyor.
Büyükşehirler insanı giderek yalnızlığa sürüklüyor.
Çok paranın, sahip olduğun maddi şeylerin aslında hiçbir öneminin olmadığını görüyorsun. Sevgi para ile satın alınamayacak kadar değerli.
Çocukların yalnız kamaması gerektiğini öğreniyorsun.
Ve hayatta olmak herşeye rağmen,o her yeni günü sancılarıyla, güzellikleriyle yeniden başlamak, o her gün yeniden başlayan yaşam savaşına hazır başlamak gerek.
                                                                     ***

Tutku Oyunları
Little Children

İnsan neden mutsuzdur ? 
İletişim kuramamakta mıdır nedeni, kendine yakın kimseyi bulamamaktamıdır yoksa?
Hayatın isteklerimizin dışında ve çocukluk hayallerimizden çok farklı olmasımıdır nedeni mutsuzluğun? İnsan olmak nedir? Mutluluk nedir? Zaaflarımıza neden yeniliriz? Elimizdekilerle neden mutlu olamayız?
Bir sürü soru gelir aklına kimilerini kendince yanıtlayabiliyorsun, kimileri de uçsuz bucaksız düşünce tarlasına atıyor seni ve bir türlü doğru cevabı veremzsin kendine.
En zor olanı da bu?
Kahramanımız Sarah sıradan bir ev kadını, bir süre önce taşındığı mahalledeki diğer ev kadınlarıyla bir türlü kaynaşamamakta, onların kesin yargılarına ve önyargılı hayata bakış açılarına dayanamamktadır aslında, içten içe mükemmel anne olmaya çalışan bu kadınlardan çok farklı. Herşeyi saatle ve planlı programlı yapan diğer annnelerin aksine çocuğunun yemeğini bile evde unutabiliyor.
Sarah’nın içinde her kadında olduğu gibi sevilme , iletişim kurma, onu anlayan biriyle olma ihtiyacı var. Ama bunu ne o ev kadını annerde, ne de kendi kocasında bulabiliyor.
Bir gün çocuk bahçesinde Todd ve oglu gelirlerler. Bayanların Todd’u merak etmeleri ona bakarak saçlarını, üst başlarını düzeltmeleri, Sarah’nın dikkatini çeker. Çok da yakışıklı olan Todd Sarah’nın gözünden kaçmaz.  Sarah’nın kızı Lucy diğer çocuklarla pek de iyi kaynaşamadığından tam o anda Todd’un oğlunun sallandığı salınağın yanındaki salıncakta sallanmak isteyince kadınlardan biri Sarah’yı kışkırtır ve telefon numarasını alabilirse ona 5 dolar vereceğini söyler. Bunun üzerine Sarah onu çağıran kızını sallamaya gider ve Todd’la tanışır. Adamla kısa ama gerçekten açık sözlü ve alçak gönüllü bu konuşma onu etkilemiştir.
Bir süre sohbetten sonra çocuklar sıkılır ve Todd gitmeden önce Sarah onu yanına çağırır ve ona iddia’dan bahseder, kadınları kışkırtmak için Todd’un ona sarılmasını ister, bundan da fazla şaşırtmak istediğini söylerken kaderin bir oyunu mudur bilinmez ama Todd Sarah’yı dudaklarından öper. Diğer kadınlar salgın hastalığından kaçar gibi çocuklarını bağrış çağırış içinde toplayıp uzaklaşırlar oradan.
Todd bir ev erkeği, karısını ve çocuğunu seven biri, baro sınavına 2 kez girmesine rağmen verememiş biri annesini genç yaşta kaybetmiş, avukat olmaya çalışan biri. Hayatı sıkıcı, çünkü çok çalışan karısını az görüyor. Erkekliğini de giderek daha az yaşayan bu yakışıklı adam Sarah’yı öptüğünde içi çoşku ile doldu, nicedir böyle hissetmiyordu.Todd çok güzel bir karısı olmasına rağmen onunla bir türlü doğru iletişimi kuramamış biriydi, arzularını dile getirmeyen, sorumsuz, içindeki çocuk ve sorumluluk sahibi olma gerekliliğini anlayamamış biri...
Sarah eşinin bir striptizciye tutulunca ve onun internetteki resimlerinin önünde evde mastrobasyon yaparken Sarah’ya yakalanır. Buna delice öfkelenen Sarah ne yapacağını şaşırıp kendine bir mayo ısmarlar ve Todd’un sürekli gittiği havuza gitmeye başlar. Bu havuz buluşmaları arttıkça günlerden bir gün seller sular gibi yağan yağmurda ıslanırlar ve Sarah’nın evinde sığınırlar, çocukları uyuyınca sarah’nın ona ilgili olduğunu okuduğu bir şiir kitabında kendi resmini tesadüfen bulunca anlar ve onunla günlerce sürecek tutku dolu sevişmelere başlar...
Çocukça olan bu masum oyun iki tarafı da yıpratmaya başalar bir süre sonra : Sarah bağlandıkça bağlanır Todd’a ve hafta sonlarının kabus gibi geçmesine dayanamamaya başlar, Todd’un karısının güzel olmasına dayanamaz. Todd karısının güzelliğinin mühim olmadığını söylese de o onu görmek ister ve görür de...Yıkılır.
Sınav tarihi gelip çatmıştır ama Todd sınava girmez ve Sarah ile bir –iki günlük bir kaçamak yapıp kasaba dışına çıkarlar. Karısı Kathy dönüşte karısı  Lucy’yi annesine anlatan oğlunun mutlu olması ve arkadaşının annesini(Sarah’yı) görmek için davet etmenin iyi olacağını düşünür. Davet eder de ama aralarındaki bağı görünce kndi annesini çağırmaya karar verir.
Todd artık gelen kayın validesiyle her yere gitmek zorunda kalır, havuza, markete, parka...kısacası her yere. Yalnız kaldığı tek gün futbol maçı yaptığı akşamdır ve Sarah onu izlemeye gemiştir. Maçı kazanan gol sayısını attığında ona destek olan ve tezahürat yapan Sarah’yı görünce mutluluktan ne yapacağını şaşırır: tutkunun kör ettiği bu iki kişi sarılır öpüşürler ve Todd , ilişkilerini sesli sorgulayan ve yaşananların gerçek olmadığını söyleyen Sarah’ya kaçmayı önerir.
Fimde hakim olan gerilim havası sonuna kadar devam ediyor.
Esasında mahalleye geri dönene pedofil Ronnie, herkes için korkutucu biri. Adamın gerçekten sapık olduğunu anlıyoruz.  Bir gün havuza gider ve herkes bağıra çağıra havuzdan çocuklarını havuzdan çıkarır.  2 polis memuru adamı alır görür.
Ronnie’nin bir de onu karşılıkşız ve herşeye rağmen seven annesi var. Evlerini sürekli taciz eden eski bir polis memuru Larry var, kendisi birkaç yıl önce bir markette 13 yaşında bir çocuğu vurmuş ve bunun depresiyonundan kurtulamayıp erken emekli edilmiştir. Bu sapık Ronnie’ye öyle çok takmış durumdadır ki onun takıntısı da giderek hastalık halini alır, anlattıklarından karısının çocukları da alarak kendisini terk ettiğini anlarız.
Bir gün yine Ronnie’nin evini taciz ederken annesi kalp krizi geçirir ve aynı akşam hastanede ölür. Bunun acısını dindirmeye çalışan Ronnie kendini hadım eder.
Ana demek kendinden vermek demek, karşılıksız sevmek demek, herşeye rağmen sevmek ve sürekli çocuğunu düşünmektir. Ana olmak demek hayatını çocuklarına sunmaktır. Ronnie’nin annesinin de dediği gibi, her insan bir mucizedir, sevdiğini kaybedebileceğini bilmesine rağmen hayatta kalması gerekir insanın. Doğadaki en zor şey insan olmaktır.
Gelelim bizim 2 tutkulu aşığa: Sarah aynı akşam kızı Lucy’yi alarak, Todd’a randevu verdiği çocuk bahçesine kızıyla gider. Kızı sürekli gitmek istemediğini ve eve dönmek istediğini söyler. Todd evde oğlunu uyandırır ve onu incitmek istemediğini onu sevdiğinin söyler ve evden ayrılır. İlk parka gelen Sarah olur, Todd’u beklerken kızını salıncakta sallar ama gecenin köründe gelen o sapık Ronnie olur, Ronnie gecenin karanlığında hıçkırarak ağlar.
Bir yandan korku sarar Sarah’yı ama Ronnie’nin ağlamasına dayanamayıp yanına gider ve iyi olup olmadığını sorar. Annesinin öldüğünü söyler, onu hiç birşey beklemeden tek seven kişiyi kaybettiğini söyler. O sırada Lucy’nin kaybolduğunu görünce Sarah çılgına döner, bir tokat gibi gelir bu ona tutlu oyunundan uyandığı bir rüya gibi aydınlanır yüreği, kızını sevdiğini fark eder onsuz hayatın anlamsız olduğunu görür ve kızı hayatındaki en önemli şey oluduğunu görür. Ona sıkı sıkı sarılır, ve eve dönmek isteyen kızını alıp evine döner.
Sarah’ya kavuşmaya giden Todd sürekli her akşam izlediği keybordçu çocuklara raslar, kader çarkı burada da kendini gösterir ve çocuklardan biri bunu denemek isteyip istemediğini sorar Todd’a. İçindeki çocuğu hiç büyütemeyne Todd onlara takılır ve kaymayı denerken düşer ve yaralanır. Ambulans gelir, o sırada cebinden düşen karısına yazdığı mektubu verirler ona, ona ihtiyacı olmadığını söyler ve karısına haber verilmesini ister. Bir uyanış sahnesi daha...
Aşk nedir? Aşk tutkulu bir oyun mudur? Geçici bir heves midir, kadın bedenindeki haz mıdır, aldatmanın tadımıdır yoksa aşk kendini bilmemekmidir....
Yaşananlar bir tokat gibi suratınıza patlatıyor film: uyan sıkıcı olan hayatın, çocuğunu mutlu ediyor esasında ve sen ondan sonra gelirsin çünkü annesin, tehlikeli erkek büyümemiş sorumluluk sahibi olamamış erkektir, herşeyi hazıra bekleyen erkektir . Todd neden Sarah ile takıldı : Sarah bedenen ona kendini sunmaya hazırdı, Sarah’nın kocası para kazanıyordu ve dolayısıyla kendisinin de parası verdı, Sarah tam da onun boş olduğu saatlerde boştu ve onu dinliyordu, zavallı karısı kendini ay sonunu getirmeye çalışarak çalışan kadın çocuğunun özlemiyle yanıp tutuşuyor. Tüm gün evden uzak, ve kocasının sınavı en azından bu 3. seferde kazanacağına inanan biri... mutlu bir kadın, kocasına karşı  baskıcı olmayan biri....
Günümüzdeki şartları düşündüğümüzde erkeğin çalışmamasının çok da doğl karşılanmadığı bu devirde evin tüm giderlerini karşılar Kathy ve kocasına güvenen biri, ta ki Sarah ortaya çıkana kadar.
Filmin sonunda pişman emekli polis Larry pedofil Ronnie’yi çocuk bahçesinde kendini hadım etmiş vaziyette bulur ve onu hastaneye yetiştirmeye çaışır. Bu bir uyanıştır,çünkü kimse hatasız değildir ve kimse mükemmel değildir, ve iyi biri olmak için asla geç değildir.
Senin kurgulayacağın bir sona açık bırakılan film , sana mutlu bir son düşündürüyor.
Herkesin bir anda olgunlaştığı ve sorumluluk sahibi olduğu bir son : kadını kocasına ve cocuğuna döndüğü mutlu bir son, belki iletişim kurmanın ve birlikte mutlu olmanın yollarını da bulurlar.Karısına ve çocuğuna dönen bir adam, belki sahip olduklarının kıymetini anlar ve ailesine daha sıkı sarılır, duygularını dile getirir iletişim kurmayı becerir ve sorumluluk sahibi olur umuyoruz. En nefret ettiği kişiye bile yardım eli uzatan içindeki insanı dışarıya çıkaran Larry, ve kimseye zarar vermek istemeyne Ronnie’nin kendindeki kötülüğün kaynağına ulaşıp ondan kurtulması, kendini hadım etmesi...
Sanki eski olan herşey yeni günle birlikte unutulacak ve tıpkı yağan yağmurun toprağı beslemesi gibi yeni ekinlere neden olacak, gece herşeyi silip süpürüp pisliklerden ve günahlardan arındıracak herkesi. Yeni gün günahsız, yeni doğmuş bir bebek kadar masum bizlere biz olma iyi olma doğru olma fırsatı vermesini umuyoruz, öyle olsun istiyoruz...ama kim bilir, kim bilebilir nelere gebedir.
                                                                            ***

KOKU

Koku kitabını okumadım ama film hakkında yorumsuz kalamayacağım: film ilk başta saçma görünüyor, hiçbir değeri olmayan zavallı Jean Baptiste Grenouille adlı kişinin doğa üstü koku alma yeteneği sayesinde insanlara hükmetme isteğinin hırsa dönüşmesi ve bu hırsın onu ele geçirip sonunda istediğine ulaşınca da yok olmasini anlatıyor. Kendisinin yıllar süren kimlik arayışının neticesiz kalması, herkes gibi sürüden biri olması ama o sürüdeki hiç sevilmemeiş , sevilmeyen hiç değer verilmeyen biri olması onu kendini bulabilmek ve var olduğunu ıspatlamayabilmek için daha da hırslı yapar, toplumda sürekli aşağlanıp dövülen itilip kakılan biridir o, kimse ona değer vermediğinden, diğer insanların da değerli olabileceğini düşünmez , bilmez. Bu nedenle de kendini sevmek ve sevdirmek geçici bir süre için de olsa arzulanabilmek için dünyanın en iyi ve etkileyici kokusunu yapmak için tüm zamanını enerjisini ve her anını harcar. Kendi kokusunun olmadığını anladığı anda bu hırs daha da şiddetlenir. Kokunun bedeli 12 masum kadının ölü bedeniyle ödenir. Yaptıklarını açıklamaz, kendince haklıdır Grenouille, o sevmek ve sevilmek ister. Zaten sevmiyor ve sevilmiyorsan yaşamak ölümden farksız.
Yok ederken var olan biri, katil olması onu toplum içinde var ediyor, varlığını hissettiriyor,  insanları birbirine düşürüyor, korku ve paniğe neden oluyor, o bir katil ama hala kimliği belirsiz biri. Dünyaya hükmetme hırsının bittiği yerde de herşeyin yapay olduğunu görür ve uyanır.Koku! Onu var eden şey de yok eden şey de kokudur.

Fimde o dönem insanının sefaleti gerçekten çok iyi tanımlanmış.İnsanların mucizeye inanan saftirikler olduğunu da görüyoruz. Herkes bir gün bir melek gelecek ve bizi bu sefaletten kurtaracak diye inanan zavallılar ordusu var karşımızda. Garip bir şekilde, bize bahşedilmiş bu hayatın içinde kimliğimizle yetinmeyip varolma savaşında kazanmanın da kaybetmenin de bir değerinin olmadığını görüyoruz.
Pislik içinde doğmuş sevilmemiş, okşanmamış hiçbir güzel söz duymamış birinden iyi ve ahlaklı olmasını beklemiyoruz ama en azından toplum kurallarına uyup insan varlığına saygı
göstermesini bekliyoruz. Bu beklenti de boş çıkıyor.Grenouille kendi varlığını o kadar
önemsiyor ki öldürdüğü kadınların kokusunu en iyi şekilde toplayıp muhafaza edip herkesi baştan çıkarmak istiyor. Kadınların bedenlerine olağanüstü bir özen gösteriyor.
Tıpkı bir kadının bir erkeği baştan çıkarması gibi,
Netice önemli değil çünkü hayatın kendisi saçma.

Sanırım kitabı okumak bu durumda da en iyi seçenek gibi görünüyor!





13 Kasım 2013 Çarşamba

Çağ dışı



Hayata nereden bakarsan oradasın. Hangi rengi görüyorsan o renktesin.
Ruh halin nasılsa dünyayı öyle algılıyorsun. Küçük hilelerle süsleyip, içine bolca hayal gücü ekleyerek büyük beklentiler içinde yaşayıp hiçbiri gerçekleşmediğinde de büyük hayal kırıklıkları yaşıyorsun. Peki çözüm ne? Çok basit “sanal dünya”.
Kabullenmek gerek bu dünya o eski siyah beyaz dönemini çoktandır geride bıraktı. Aşkın aşk, sevdanın sevda olduğu zamanlar vardı hani işte bunlar yok artık. Çocukların topakta bahçede oynayarak kirlendiği zamanlar vardı. Artık onlar da kalmadı.
Artık herşey hızlı, herşey değişken, herşey çabucak tüketilen, can sıkan, daraltan bir hal aldı. İlişkiler de boyle, reklamlar gibi kısa, baş döndürücü ama uzun süreye yayıldığında etkisiz . Günümüzde herşey önümüze rengarenk, sorunsuz ve harika olarak sunulmakta. Doğal olarak bu beklenti içindeki kişi de küçük, büyük hiçbir sorunla gerçekte başedemez duruma gelmiş vaziyette çünkü sorunlar hiç ön planda değil ya işlenmiyor ya da gizleniyor. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki sevgilisinin yüzündeki ufacık bir sivilceye bile tahammülü kalmamış hiçkimsenin. Beğenmiyoruz kolay kolay ve hep daha çok istiyoruz, tatminsiz ve doyumsuzca. Ertafımızdaki herşey müthiş görsel ama bir o kadar da yüzeysel.

Dergilerde, reklamlarda, filmlerde kadınlar 90-60-90, ince uzun, dolgun memeli yuvarlak kalçalı:), maşallah teknoloji sayesinde nasıl da herşey mümkün. İstediğin bu be bu gibi birçok kadına sanal alemde sahip olabilirsin. Aslında var olmayanı, varmış gibi gösteren o dünyada neyin gerçek, neyin yanlış olduğunu kim biliyor? Normal hayatta ev, iş, çocuk derken hepsini sırtına  yüklenmiş giden bir kadın düşünelim, herşeyi toz pembe görürken ve en iyi koca bende, en iyi çocuk bende, en güzel kadin benim diye dolaşırken ve etrafında rakibi olabilecek hiçkimse  yok diye sakince düşünerek akşam huzr içinde yatağa giren kadınımız tüm bunların ne kadarından emin olabilir? Ya her gece bilgisayarda saatlerce vakit geçiren bir kocanın orada sanal bir hayatı, ikinci bir karısı, başka bir ailesi, işi, evi  varsa? Mevcut, teknoloji sayesinde istediklerine kolayca sahip olup, istediğini kolayca yapabiliyorsan ve gerçekte olamadığı kişiyi esas orada yaşatıyorsan, aslında kim sensin, buradaki sen ve sanal sen arasındaki çizgi nerede başlayıp nerede bitiyor?

Mutluluk gerçek temasta, mutluluk geçek ailede diyen azınlık grup karşısında milyonlarca kişi sanal dünyada başka birine dönüşmüş ve oradaki kafesine dönmek, o diğer kişi olabilmek için bilgisayar başında şimdi. Zamanı bilgi için değil kendini kolayca şekillendirmek ve farklılaştırmak için akşam saatlerini iple çekiyor farkında mısın? Kimse gerçek hayatın yükünü taşımaktan menun değil, o yükü taşımaya gönüllü hiç değil. İlişkiler kolay tükeniyor, evlilikler kısa sürüyor.Gerçek mutluluklar saatlik olmuş!

Hayat o eski hayat değil, herşeyin tadı değişti domates bile o eski domates kokusunda ve tadında değil, sevgi de temas edilecek birşey olmaktan, elle dokunulur gözle görülür olmaktan çıkıyor sinsice?

Hayat gerçek herşeyi içine almış ve bir kasırgayla altüst etmiş durumda. Değerler altüst, öğrendiğin herşey koskoca bir yalan,düşüncelerinde kaos hakim ve içinde varolmaya çalıştığın bu hayatın neresinde olduğunu öğrenemeden akıp gidiyor yıllar.

Bilgisayar ne yazık ki insanları yakınlaştırandan ziyade uzaklaştıran, çalıştırandan ziyade tembelleştiren bir öğeye dönüşmüş durumda. Kitapların özetine rahatça uaşabiliyorsun, sorulmuş soruların kolayca emeksizce hazır sunulmuş cevabları ezberleyip düşünmeden yaşamayı seçmiş herkes, istediğimiz herşey bir tık uzaklıkta hepimize.

Biz değil, bilgisayar bizi kontrol ediyor, elinin altındaki telefonun kölesi oldun çoktan, hadi çık işin içinden çıkabiliyorsan, neyin gerçek, neyin sahte olduğunu cevaplayabilirsen. Görmediğin birilerine aşık olup, kokusunu duymadığın birilerine sarılmaktan haz alma zamanı gelmiş meğer. Bir süre sonrasını düşünemiyorum, düşünmek istemiyorum. Tek gerçek var: canımız her sıkıldığında sanal dünyamızda eğlenerek sorunları erteleyip büyümelerini sağlıyoruz ve nihayetinde öz gerçeğimizi ve sıkıntılarımızı reddediyoruz. Güzelce, kılıfına uygun bir şekilde gerçeklerden kaçıyoruz ve kendi sanal dünyamızda elle tutulur bir hiçe sahipken aslında koskoca bir hayatı heba ediyoruz.

Oyunlarla, internetle, facebook’la ve türevi binlercesi şeyle hayatımızda tedavisi gittikçe zorlaşan bir bağımlılık yaratan modern uyuşturucu halini almış meğer bilgisayar. Psikologların yeni ve etkili geçim kaynağı da  artık bilgisayar bağımlılığı  tedavilerinden olacağına kesinden de öte bir gözle bakıyorum . "Bilgisayarla mücadele !", " Bilgisayarla dengeli ilişki içinde yaşamı sürdürme yöntemleri!", "Bilgisayar bağımlılığını dengeleyerek onu daha etkin ve etkili kullanma yöntemleri" , "Bilgisayarla ama nereye kadar" vs. şeklinde gümbür gümbür geliyor temalarımız.

Küçük çocukların bile ellerinde yaşlarına uygun olmayan oyunlar var, onların arasında da oyunların hiyerarşi oluşturduğu bir düzen var artık, yenen dışarıda basket atan ya da gol atan değil, oyunun level'ında ilerlemiş olan. Acımasızca kendi dünyalarına bilgisayarı hükümdar haline getirmiş durumda çocuklar, oyun oynamazsa çocuk çoğu arkadaşının geldiği level’a gelmedi ise, oyunla ilgili ilginç bir söyleyeceği yoksa dışlanıyor. Nasıl bir sosyalleşme aracı gelin artık siz karar verin.

Çağ başka bir çağ ve ben çağ dışı kaldım.