10 Eylül 2014 Çarşamba

La Grande Bellezza / Muhteşem Güzellik


Bu yıl seyrettiğim en güzel filmlerden biri "La grande Belezza" yani "Muhteşem Güzellik". Özgün bir baş yapıt, çünkü insanı konu alırken hayatın anlamını seyirciye görsel bir Roma ziyafeti eşliğinde sorgulatıyor. Sadece 44 yaşındaki yönetmen Paolo Sorrentino’nun bu son filmi eski italyan sinemasına da bir saygı duruşu ve bir alkış niteliğinde. Filmi seyrederken Fellini'nin "La Dolce Vita "sını hatırlamamak ne mümkün. 


Film Céline'den alıntı ile başlıyor: "Seyahat etmek yararlıdır, hayal gücünü geliştirir. Geriye kalan her şey hüsran ve angaryadır."
Seyirci daha ilk dakikada kültür ve sanatın başkenti Roma'da, şehrin görkemli geçmişine ait, sonu gelmez tarihi eserleri ve myth'leri ile başbaşa kalıyor. Film "Roma veya Ölüm" adlı heykelin önünde başlıyor, orada bulunan turistlerden biri Roma'nın güzelliği karşısında kalp krizi geçirip ölüyor. Hayat ve ölüm, güzellik ve varoluş kavramlarının sorgulanmasi  daha ilk dakikada başlıyor.
La Grande Bellezza çok etkileyici bir sinematografi ile çekilmiş , çünkü seyrederken insan kendini seyirci olarak değil de filmde yaşayan biri olarak hissediyor, film sanki seni içine alıyor ve sen bir anda kendini Roma sokaklarının birinde gezinirken buluveriyorsun, oradaki parti mekanlarında veya şehrin gürültülü mekanlarından birindeymişçesine  filme dahil oluyorsun. Film seyirciye Roma yolculuğu boyunca sokakların, eserlerin, müzelerin görkemini sunarken aynı zamanda hayatı ve neredeyim kimim'i sorgulatıyor. 


Roma'nın baş oyuncu olduğu filmde yönetmen bu büyük şehirdeki günümüz medyasına, ünlülere, aristokratlara, yazarlara, oyunculara, entellektüel camianın yaşamına  göndermeler yaparak eleştiriyor. Roma, o müthiş görkemi içinde barındırdığı yaşamların çeşitliliği ve uzaktan hoş görünen, ulaşılmaz görünen o göz kamaştırıcı hayatın içinin ne kadar da boş olduğunu, kişilerin anlamsız vakit kayıplarını, zaman öldürmelerini gözler önüne seriyor, yalanların, sevgisizliğin, ikiyüzlülüğün, egoizmin hüküm sürdüğü bu şehirde gereksiz kalabalığın içindeki insanın özünde var olan derin yalnızlığını gözler önüne seriyor. Filme konu edilen sanat eserleri, atıfta bulunulan her yazar, heykeltraş, mitolojik kahraman yönetmene göre  bir şekilde insana insanın kendisini anlatmaya çalışmış, mesajlar vermiş ama ona ulaşamamış ve insanın yüzyıllar sonra da kendi zaafları ve tutkularının esaretinde, nefsine yenik düştüğünü an ve an farklı birçok konu olan hayatlarda yeniden izliyoruz. 


Ego'nun beslenmesi ile insanların yalnızlığının paralel olarak artması ve sonunda  bir masanthrope'a dönüşmesini ironik bir bakış açısıyla baş kahramanlardan Jep Gambardella karakteriyle önümüze sunuyor Sorrentino. Filme konu olan her yaşama hafifçe dokunup kaçıyor yönetmen: tek kitap yazmış 65 yaşındaki gününü gün eden hedonist yazar, gazeteci Jep, 42 yaşında hala stripiz yapan Ramona, para için toplantılara katılan aristokrat karı koca, ünlenmek isteyen bir sürü başı boş insan, milyonlar kazanan bağıra çağıra anlamsız resimler yapan öfkeli mutsuz çocuk ressam, kardinal olmak isteyen ama temel bazı insani soruları bile cevaplandırmaktan aciz rahip, 104 yaşındaki kök yiyen rahibe, başarısız ama yazmaktan yılmayan, seçtiği kadın tarafından sürekli reddedilen yazar. Tüm bunlar  sonsuz bir insan panayırı sunuyor bize ve her birinin kendi dramında yanındakini anlamadan ve anlamak istemeden, birbirilerine tepeden bakarak yaşayan ama yine de bir arada süren yaşamlara bir eleştiri bu film. Yönetmen zekice kurgulanmış hikayede, şiirsel bir anlatımla bizi Jep'in geçmişine ve şimdisine konuk ediyor ve filmin en zevkli yanı yönetmenin olayları yorumsuz bırakması, seyirciyi özgürleştirip, ona ve onun algı ve yorumlamasına herşeyi teslim etmesi.


Jep, 65. yaş gününde kendi geçmişiyle ve şimdi sahip olduklarıyla karşı karşıya gelip yüzleşir. Parayla sahip olabileceği neredeyse herşeye sahip olan bu adamın hayatından memnuniyetsizlikleri ve pişmanlıklarını görüyoruz. 35 yıl önce sevdiği kız tarafından terk edilen Jep, onun ölüm haberi ile sendeliyor. Kızın öldüğü gün aslında hayatı boyunca onun tarafından sevildiğini öğrenmesi üstünü örtüp geçiştirdiği ama derinden sevdiği bu kızın da gençlik yıllarında neden onu terk ettiğini sorgulamaya ancak başlar, kadının öbür dünyaya göç etmesinden sonra bunun cevabını arar Jep ama bunu asla öğrenemz çünkü sormak için fazlasıyla geçikmiştir. 



Dışardan ünlü, zengin bir insan gibi görünen bu adam bir yalnızlık anıtı gibi filmin her sahnesinde karşımızda dikiliyor. Gambardella ve yitirdiği, uğruna savaşmadığı aşk, sorgulamadığı hayatın sonunda, onu kendisine dahi katlanamayan birine dönüştürmüştür. Kendi evinde verdiği partide yitip giden yaşamını, heba edilmiş ömrünü hiç bir yere giymeyen tren ile de çok net ifade edilmiş: "Italya'daki en iyi trenler bizde neden biliyor musun? Çünkü hiçbir yere gitmiyorlar." 




Jep hep aynı yerde saymıştır, yol almamış ve gelişmemiştir aslında. Oysa asıl güzellik, asıl yaşam, asıl hayatın anlamı hep orada bir yerdeydi, kendisi onu görmemeyi tercih etti, bunu fark ettiğinde de artık 65 yaşındaydı ve etrafındaki herkes teker teker onu terk ediyordu.



Aile sahibi olmanın, sevmeyi seçmenin, köklerin ve ailenin önemi de iyi vurgulamış yönetmen, aile olmanın, çocuk sahibi olmanın aslında kökleri beslediğini açık ve net ifade edilmiş filmde. İlginç karakterlerden biri olan 104 yaşındaki rahibenin 40 yıldır sadece kök yemesi ve köklerin önemini anlatması bu yüzden, çünkü hayata kök salmak gerek, bir şeyin kökü olmayı başarmak gerek.



Geçmişle yüzleşmemek, onunla barışmamak, zamanında atılması gereken adımları atmamak insana birçok kayıplar yaşatıyor ve kalp bir yaştan sonra kurak bir toprağa hatta sevgi ekilemez bir çöle dönüşüyor, bu yüzden bir bu kadından bir o kadın arasında geziniyor ama bir türlü köklenemiyor.
Garip ama gerçektir ki filmin en insani yönü ne partiler, ne de kazanılan şöhret ve paralar, yine sevgi, yine aşktır. Jep'in ilk aşkını unutamaması bu insanlara tepeden bakan katı adamın bir zamanlar sevdiğini, hayalleri olduğunu gösteriyor, cesaretsizliği, inadı ve sorgulanmamış kayıpların hep üstü örtülü kaçmış olduğumuz geçmişin bizi nasıl katılaştırdığını ve kimsesiz bıraktığını anlatmış. 



Yazar arkadaşı bile 40 yıldır Roma'da istediği hiçbir şeyi bu büyük şehirde bulamadığını ve alamayacağını anlayıp "evine", "köklerine" dönmek istemiştir, katı ve ilgisiz ve sürekli tavlamaya çalıştığu son sevgilisi de bu büyük şehirdeki pişmanlıklarla dolu yalnız ve sert, çıkarcı ve bencil insanların başka bir simgesi gibi...



65 yaşındaki Jep Gambardella'nın partisindeki bu zevk ve sefa panayırında uyuşturucuya ve uyarıcılara ihtiyaç duyan, onlar olmadan haz alamayan bir eğlence topluluğunun varlığı da apayrı bir estetikle sunulmuş bir tezat bize. Kendilerinden sıkılan, oldukları gerçeğine katlanamayan bir insanlar ordusu var karşımızda...
Ve insan daha iyi anlıyor hayatın anlamını, çünkü anlamlı olan hayatı bir güzelliğe ulaşmak için harcamak değil, harcanın hayatın içindeki güzelliklere tutunup orada kök salamaktur.
Filmdeki müzikler işlenen tema ile çok iyi örtüşmüş: Arvo Part’ın ruha dokunan klasik müziğinden Bob Sinclar'in disko şarkılarına kadar hepsinin misyonu doğru verilmiş. 
La Grande Bellezza komik, derin, edebi, felsefik, karmaşık ve ironik bir insan dramı aslında. Italyan sinamasında bir baş yapıt olmaya aday. Filmdeki din eleştirisi de cabası, gösterilen her rahibe kıyafetlerinin içinde hapsedilmiş kendi olamamış korkak bir ruh gibi. Demir parmaklıklar ardında,insanlardan uzak ve kalın duvarların arkasında verilen  din eğitimini özgürlük ve mutlulukla ne kadar alakalı olabilir? Aciz insanlara umut ve yalan satan şarlatanların birkaç dakikada binlerce euroyu cebine indirmeleri aslında gerçekten ruhu yaralı insanların dışını tedavi ederken, içlerindeki kanamanın onları  ölüme ne kadar yakın olduklarını görüyoruz. 
İnsan aslında hep aynı, binlerce yıldır söylenen yazılan çizilen hiçbirşey ve gönderilen hiçbir peygamber insanı kendisinden kurtaramamıştır. İşte böyle bir insan paradı sunuyor bize Sorrentino.Kendin olma yolunda hayatındaki güzelliklere sarıl esas güzellik orada çünkü.
La Grande Bellezza bir yaşanmışlık ve yaşanmamışlıklar filmi, pişmanlıklar ve geçmişle yüzleşme filmi, hayatı sorgularken ve varoluşumuzu değerlendirirken geç kalmamayı öğütlüyor bize. Kendini gerçekleştir ama köklerini sulamayı unutma.