3 Şubat 2015 Salı

Cambridge

Londra’dan sıkılıp biraz da başka bir şehrini göreyim bu İnglitere’nin diye yola çıktığımda aslında Londra’dan pek de farklı olmayan bir yerle karşılaşacağımı düşünmüştüm. Yanılmışım!




Üniversite şehri olmasından ve nüfusunun 125.000 civarı olmasından mı ne huzur buldum Cambridge’de, belki de içinde yaşayan gençlerin enerjisinin ya da aurasının yansımasıydı bu. Şehre hakim olan o harika mimariden büyülendim.



Temiz sokakaları ve derli toplu yapısıyla bu şehir insanın hayatının sonuna kadar orada olmaktan mutluluk duyabileceği herşeye sahip, sadece dünyanın en iyi üniversitelerine sahip olmasından dolayı değil, İnglitere’nin en iyi mimari yapısına da örnek, modern binalarla gotik tarzdaki kiliseleri, parkları, nehir kenarındaki evleri gerçekten insanın yüreğine huzur serpiyor. Yürüyerek birkaç saatte şehrin hakimi olabiliyor insan.



Şehir küçük ve derli toplu. Londra’nın kalabalığından eser yok, garip bir şekilde şehirde pek turiste de rastlayamadım o gün, bol bol öğrenci,genç, orta yaşlı ve yaşı ilerlemiş bir sürü de bisikletli.Her sokakta onlarca bisiklet. Çocukluğumda üstünden inmediğim bisiklete binme zevkini tatmayalı ne çok oldu diye düşündüm birden. Bu insanlar neden şanslı diye düşünmedim , biz türkler bunu yaşayacak ve yaşatacak herşeye sahipken neden insanımıza bu mutluluğu tattırmak istemediğimizi düşündüm.



Hayatı hep zorlaştırmak üzerine herşeyi yaptığımızı açıkça bu mesafeden fark ettim. Bazı şeyleri görmezden geldiğimizi ve birçok gerçeğe perde çektiğimizi farkettim. Neden örneğin işe bisikletle gitmek gelmek yerine otobüslerde üst üste nefesi nefesimize karışan bir sürü yabancıyla içiçe olmaktan enerjimiz bitmiş tükenmiş şekilde eve gitmekten hoşlanıyoruz? Neden oturduğumuz eve yakın iş bulamıyoruz ya da işe ulaşabilmek için hep uzun yollar katetmek zorundayız, neden vakit denilen şey avrupa insanına göre bizde hep daha az, öyle çok soru ve o kadar çok cevapsız ve çözümsüz kalan düşünceler, geldi gitti aklımdan.

O çok uluslu dünyanın her yerinden insanın yaşadığı yer olan Londra’dan eser yok Cambridge’de, sanki onca paki, hindu, hispanik, türk, rus, polonyalı  hepsi Londra’nın ötesine adım atamamış, oranın dışına çıkmaktan korkmuş gibi, bu sadelikten, bu düzenden, bu huzurdan korkmuş gibi. Öyle ya büyük şehrin kalabalığı ve gürültüsü, karmaşası ve stresi hepimizin DNA’sına, genlerine işlemiş, onsuz yapamıyor gibiyiz...



Cambridge benim ruhumu ele geçirdi. Bu steril, çok temiz, dar sokakları ve oradaki sokak kafeleri ile eski kiliseler, eğitim binaları ve kütüphaneleri ile kendimi hem bir akdeniz kasabasında, hem de film 7 kitap kahramanı gibi zamanın akışı içinde kaybolmuş hissettim, bir sokağında 14.yy’da yürürken başka bir sokağında 18.yy’ı yaşadım, ömrüme ömür, dünyama yeni bir dünya görüşü kattı Cambridge. Gezen mi çok bilir okuyan mı sorusuna, okuyan mutlaka gezmeli saptamamı ekletti bana.



Şehirde adım attığım her yer kilise, mimarileri büyüleyici olsa da bu kadar çok kiliseye bu küçük şehirde neden ihtiyaç duyulabileceğini bir türlü aklım almıyor. Başka bir şehirde rastlanır mı buncasına da merak ediyorum doğrusu. Dini otoritenin bir zamanlar, çok uzun yıllar boyunca Avrupa’da tek otorite olduğunu da unutmamak gerek elbette. Belki de işte bu otoriteden savaşarak, canlar vererek fazlasıyla çekmiş olan Avrupa insanı bu kiliselerin her birini birer ders vermek amacıyla ayakta tutmak istiyor. Kiliseler bir ders, bir otorite, bir baskı ,bir korku unsuru gibi orada dikiliyor ama aynı zamanda da dinin hakimiyeti karşısında insanın zaferi gibi, dini devlet işlerinden ayırabilmiş olan insanın zafer anıtı gibi orada yükseliyorlar.


Benim büyüdüğüm kadaba da 100.000 kişilikti ama şehirde tek bir kilise ve tek bir cami vardı, herkesin huzuru, mutluluğu, insana saygısı, çevreye duyarlılığı vardı. Bizler de isiklete de biniyorduk, parklarımız da eşsiz yeşillikteydi, nehrimiz yaz kış de akıyordu ve şelalemizin etrafında oluşan gölde yazları yüzüyor ve güneşleniyorduk. Evlerimizin bahçelerinde güneşte ısınan sularla duşa alıyorduk. Nerede kaldı o güzelim zamanlar ahhh....Anladım ki parayla satın alınamayacak huzurlu büyülü, mutlu çocukluğumu hala arıyorum ama hiçbir yerde tam olarak bulamıyorum.


 Veni , vidi , vici!