Bir düzensizlik, bir keşmekeş var bu şehirde. İnsanların da her haline
yansımış bu karmaşa. Aceleci ve asabi, sinirli ve uykusuz, çalışmaktan harap olmuş
bir şehir İstanbul. Kendini sevmeyen ama sevgiye susamış, ağlayan bir çocuk gibi çokça. İçinden geçip giden
sayısız heba olmuş ömür.Her anlamda can alıcısın İstanbul.
Yine de yüzyıllardır bir şekilde kutsanmış ki içinde
ne nesil bitiyor, ne aşk, ne dert, ne sevda, ne sıkıntı, ne mutluluk, ne derman
ne dermansızlık. İçindeki milyonlar şehrin dalgalarında ileri geri savrulup
gidiyor bilinmezliğe,her günü başka tasa, her anı başka huzur. İstanbul büyük bir dalga gibi vuruyor hepimizi sahile, öyle güçlü ve öyle bağımsız ve kuruyortahtını herkesin gönlünde.
İçindekilere sorsan dışına kaçma peşinde, dışındakiler ise hep onun hayalinde. İnsan, fikir, duygu ve düşünce akışının nereden nasıl olacağı öngörülemeyen, sır dolu, dizginlenemeyen bir şehir İstanbul. Kalp atımı düzensiz, bipolar rahatsızlığı yaşayan, kuru kalabalık, balık istifi gibi herkes ve herşey üst üste. Burada, doğru yanlışın, yanlış da doğrunun içinde erimiş gitmiş. Gel de ayıkla pirincin taşını. Tüm bunlar yüzdenmidir ki içinde yaşayanların ömrü hep kısa olmuş? Kim bilir, kim bilebilir?
İçindekilere sorsan dışına kaçma peşinde, dışındakiler ise hep onun hayalinde. İnsan, fikir, duygu ve düşünce akışının nereden nasıl olacağı öngörülemeyen, sır dolu, dizginlenemeyen bir şehir İstanbul. Kalp atımı düzensiz, bipolar rahatsızlığı yaşayan, kuru kalabalık, balık istifi gibi herkes ve herşey üst üste. Burada, doğru yanlışın, yanlış da doğrunun içinde erimiş gitmiş. Gel de ayıkla pirincin taşını. Tüm bunlar yüzdenmidir ki içinde yaşayanların ömrü hep kısa olmuş? Kim bilir, kim bilebilir?
Yine de büyülenmiş gibi içinde tutuyor insanı bu şehir, kaçabilmektir hayalin ama
gittiğinde biraz öteye bile özlem bir türlü bırakmaz peşini ve ömrünce afyon gibi içine
çekmeden edemediğin havasına tutkun yaşatıyor seni. Yarı uyanık yarı uykulu,
hakla haksızlık arasında bir yerde. İstanbul aşiği olmamak elde değil,
karmaşası, çeşitliliği, sesi, sabahı, akşamı herşeyi başka güzel. İnsanın her
türlü can damarıyla oynuyor, sana dokunup uçsuz bucaksız zevkler yaşatıyor önce,
sonra da seni yerden yere vurup yara bere içinde bırakıyor. Şiddeti de, aşkı da bambaşka tadta, onunla da
onsuz da olmuyor.
Çay sesi, korna gürültüsü , insan yığını, et kokusu, ter, pislik, çöp,
sigara izmaritleri, boğazın güzelliği, Nişantaşı’nın güzel virtinleri, fırından
taze çıkan ekmeğin kokusu, simitçinin sesi, boyalı estetikli kadınları,
metroseksüel cins erkekleri ve kapıcı
şikayetleri, bakkal efendinin doyuracağı beş boğaz ve aşk. Ne yücedir, ne
güzeldir İstanbul’da aşk. İstanbul aşkın şehri, benim aşkımın, hiç bitmeyen ve
her yeni günle karmaşasını, yaşam mücadelesini veren ve dolgun dudaklarıyla
yine sana geldim deyişiyle İstanbul benim cennetim ve cehennemim çokça Araf’ım işte.
İstanbul tarifsiz duygular içinde hem kederli, hem coşkun bir kadın gibi
duygusal bir de. İstanbul bir taze gelin, bir kaynana, bir kardeş, bir aile, bir
dost gibi şimdi. İstanbul nazlı bir sevgili, İstanbul büyüleyici bir manken,
İstanbul berdüşt bir sarhoş, İstanbul benim can damarım.Atsan atamazsın, kessen kesemezsin.
Sevdiğim sevmediim ne varsa hepsi sende İstanbul’um, hayalim, yaşamdaki
benlik gerçeğim. Varlığın da dert, yokluğun da. İstanbul, gençlik enerjini emen emerken de kalbin akıldan önemli olduğunu sana söyleyen ve nihayetinde seni sana öğreten şehir. İstanbul yalnızlık ve ayrılık vaktinde
avutulmayan bir sancısın şimdi. İstanbul'um özledim seni. Tutkunum sana şimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder