BABİL
Bir film seyrettim ve hayatım biraz daha anlam
kazandı.
Duygular evrenseldir, nerede yaşadığın ve kim
olduğun önemli değil.
(Ne mekanın bir önemi var, ne de kişinin kim
olduğunun hele nasıl bir mal varlığına sahip olduğunun hiçbir önemi yok.)
Bir silah patlaması ile kesişen yazgılar.
Japonya’da sağır ve dilsiz bir kızın ve onun
babasının, Fas’ta fakir bir ailenin, Meksiaklı bir bakıcının ve Amerikalı bir karı kocanın hayatları.
Geçim derdindeki Fas’lı bir fakir, sahip olduğu
değerli tüfeği ki onun anısı avda rehberlik ettği bir Japon’un hediyesi olan “
av tüfeğini” Fas’lı bir başka adama 500
dharma ve 1 keçi karşılında satıyor. Satıyor çünkü hayatta kalması gerekiyor,
yemeden içmeden de bu pek mümkün değil.
Silahı satın alan diğer Fas’lı aile bu keçilerin
postlarını satan bu adamın14-15 yaşlarında 2 oğlu da görür görmez o av tüfeği
ile o denli ilgileniyorlar ki nasıl tutulması gerektiğini bile bilmeden ateş
etmeye başlıyorlar. Bu tehlikeli oyuncağın cehaletle birleşerek olabilecek
tehlikenin sinyalleri de yavaş yavaş tırmanan gerilimli melodi ile doruğa
ulaşıyor. Çok az bir süre sonra 2 kardeş kim daha iyi ateş ediyor iddasıyla
yoldan gelen bir turist otbüsüne ateş ediyorlar ve ne yazık ki kurşun amerikalı
kadın Sarah’nın omuzuna saplanıyor.
Karı koca arasında esen soğuk rüzgarların geçmesi
için çıkılan bu barış yolcuşuğu, bu yeniden başbaşa kalma ve aşkı tazeleme
yolculuğu bu olayla bir kabusa dönüşüyor.
Karısının vurulması ile artan gerilim 2 amerikalı
çocuğun Meksikalı bir bakıcıya emanet edildiği yere bağlanıyor. Çok mutlu olan
bu 2 minik çocuğun kardeşlerinin ani bebek ölümü sendromu ile kaybettikleri bir
kardeşleri de olduğu ortaya çıkıyor. Bu 2 çocuğun annesi ve babası bu vurulan
kadın ve yanındaki eşinin olduğu da anlaşılıyor. Herşey bu trajik serseri
kurşunla birbirine bağlanıyor. Fas’ın köhne bir köyünde her çeşit medeniyetten
uzak yaşayışlarına devam eden insanlar kadar, lüks içinde her çeşit varlığa
sahip büyük şehir insanının yalnızlığında kaybolmuş bir japon genç kızın
öyküzüne bağlanıyor film.
Sevmenin bu kadar yozlaşmış olması ve bir yudum
sevgiye aç kalmış bir genç kızın annesi intihar etmiş, babası da çok
çalışmaktan pek de kızına arkadaşlık edip ona can dostluğu yapma konusunda pek
eksik kaldığını ve aralarında bir diyaloğun olmaması ve genç kızın bu diyaloğu
çıkmaza sokması ile devam ediyor film.
Meksikalı bakıcının oğlu evleniyor ama ne yazık ki
Amerikalı aile ki karısı talihsiz bir kaza sonucu vurulmuştur zamanında eve
gelemiyorlar.
Kadın oğlunun düğününe gitmek zorunda ve çocuklarla
ilgilenecek kimseyi bulamayınca onları elini kolunu sallaya sallaya Meksika’ya
götürüyor. Düğün boyunca yapılan alemin ardından zil zurna sarhoş yeğeni,
bakıcıyı ve çocukları eve götürmak için yola çıkıyorlar fakat sınırda çıkan
problemlerden dolayı, içkili genç arabayı Amerikaya kaçak sokup Teyzesini ve 2
çocuğu neredeyse çöl bir bölgede bırakıyor, aç susuz uykusuz perişan
kalıyorlar, kadın bakıcı o koskoca arazide çocukları bırakıp yardım arıyor
fakat o kadar geniş arazide geri dönüp çocukları bulması da o uzaklaştıkça
imkansızlaşıyor.
Filmin sonunda kadın sınır dışı ediliyor,
çocukların şans eseri bulunduğunu öğreniyoruz,
Fas’taki babalarının bakıcıdan davacı olmayacağı
öğreniliyor ama amerikan hükümeti kadını kesinlikle suçlu buluyor.
Esas trajedi Fas’ta devam ediyor : bilinçsizce bir
oyuncak gibi kullanılan bir av tüfeğinin açtığı bu dram öylesine üzücü :
polislerin faili meçhul’leri aramaya koyulması ile 2 oğlundan küçüğünün kadını
vurduğunun itiraf etmesiyle çareyi kaçmakta buluyor ve düşüyorlar baba , oğul
ve küçük kardeş yollara, yolda polislere yakalanıyor ama polisler ateş edince
bunlar panikleyip ne yapacaklarını şaşırıyorlar teslim olmayı akıl edinemeyip
bu olaya isyan eden küçük kardeş silahı alıp karşı ateş açıyor ve polislerden
birini vurunca esas olay alevleniyor. Olayda büyük kardeş vuruluyor ve ölüyor,
küçük kardeş Amerikalı kadını vurduğunu itiraf
etiyor ama kardeşinin kurtarılması için ağlayarak yalvarıyor.
Acı duyuyorsunuz cehaletin bir insan hayatını ne
kadar kolay harcayabileceğini görüyorsunuz. Var olan tek şey kişinin ayakta
kalma savaşı aslında, ta ki sevdiği birinin ya da kendisinin bu olaydan zarar
görene kadar.
Yaralanan kadının perişan kocası ne yapacağını
bilmiyor ama elinden geldiğince karısına destek olup yanında kalıyor, onun için
çocuklar için kaygılanıyor, kadını seviyor hatta onsuz bir yaşamın
olamayacağını biliyor . Karısı güçlü bir
kadın, aralarında iletişim sorunu olsa da buzlar çözülecek gibi
görünüyor.
Otobüste yolculuk yapan geri kalan turist kafilesi
o kadar can derdine düşüyor ki otobüsü alıp kaçıyorlar, Fas’ın doktoru bile
olmayan küçücük köyünde mahsur kalan karı koca ambulans için beklerken
kanamanın durmaması sonucu kadının hayatını kaybetmemesi için bir veterinere
dikiş attırmak zorunda kalıyorlar. Pis, medeniyetten iz olmayan bu köyde geriye
sadece yaşayan insanlık kalıyor, yardımseverlik, ve asıl olanın bu
olduğunu görüyoruz. Otobüs şöförü olayın başından beri perişan kocanın yanından
ayrılmayarak tüm manevi ve maddi desteğini onlara veriyor.
Sonunda gönderilen ambulans ile kadın Fas’ın
başkentinde ameliyat oluyor, oradan taburcu oluyor ve evlerine dönüyorlar.
Hangisi daha kötü : cehalet mi, sevgisizlik mi,
terkedilmişlik duygusu mu, savunmasızlık mı, yalnızlık mı, sağır ve dilsiz
olmak mı, sorumluluklardan kaçmak mı, konuşmayıp olayları kabullenmek mi,
bencillik mi, çocuğunu kaybetmek mi, çocuklarını çok da derin düşünmeden bir
bakıcıya emanet etmek mi...
Sorular arttıkça artıyor, her soruya da verilecek
yanıtlar çeşitlendikçe çeşitleniyor...İşin en garip tarafı iyisiyle kötüsüyle
acı aynı acı, yer mekan zaman uzam önemli değil, hissettiğn o dipsiz uçsuz
bucaksız yalnızlık hissi kaplıyor içini.
Ve şükrediyorsun: sahip olduğun ve yaşadığın
her güzel an için, sevdiklerinle geçirdiğin her güzel şey, için, sevip da
sevildiğin için, severek çocuk yaptığın için, severek ve isteyerek yaşadığın
için ve hayatın tüm acılarına karşı koyarak hala aykta dimdik olduğun için.
Sevgi herşeyin özünde ve temelinde.
Cehalet her kötülüğün tohumunu barındırıyor.
İletişim karanlıkta kalan birçok şeyi açığa
kavuşturuyor.
Büyükşehirler insanı giderek yalnızlığa sürüklüyor.
Çok paranın, sahip olduğun maddi şeylerin aslında
hiçbir öneminin olmadığını görüyorsun. Sevgi para ile satın alınamayacak kadar
değerli.
Çocukların yalnız kamaması gerektiğini
öğreniyorsun.
Ve hayatta olmak herşeye rağmen,o her yeni günü
sancılarıyla, güzellikleriyle yeniden başlamak, o her gün yeniden başlayan
yaşam savaşına hazır başlamak gerek.
***
Tutku Oyunları
Little Children
İnsan neden mutsuzdur ?
İletişim kuramamakta mıdır nedeni, kendine yakın
kimseyi bulamamaktamıdır yoksa?
Hayatın isteklerimizin dışında ve çocukluk
hayallerimizden çok farklı olmasımıdır nedeni mutsuzluğun? İnsan olmak nedir?
Mutluluk nedir? Zaaflarımıza neden yeniliriz? Elimizdekilerle neden mutlu
olamayız?
Bir sürü soru gelir aklına kimilerini kendince
yanıtlayabiliyorsun, kimileri de uçsuz bucaksız düşünce tarlasına atıyor seni
ve bir türlü doğru cevabı veremzsin kendine.
En zor olanı da bu?
Kahramanımız Sarah sıradan bir ev kadını, bir süre
önce taşındığı mahalledeki diğer ev kadınlarıyla bir türlü kaynaşamamakta,
onların kesin yargılarına ve önyargılı hayata bakış açılarına dayanamamktadır
aslında, içten içe mükemmel anne olmaya çalışan bu kadınlardan çok farklı.
Herşeyi saatle ve planlı programlı yapan diğer annnelerin aksine çocuğunun
yemeğini bile evde unutabiliyor.
Sarah’nın içinde her kadında olduğu gibi sevilme ,
iletişim kurma, onu anlayan biriyle olma ihtiyacı var. Ama bunu ne o ev kadını
annerde, ne de kendi kocasında bulabiliyor.
Bir gün çocuk bahçesinde Todd ve oglu gelirlerler.
Bayanların Todd’u merak etmeleri ona bakarak saçlarını, üst başlarını
düzeltmeleri, Sarah’nın dikkatini çeker. Çok da yakışıklı olan Todd Sarah’nın
gözünden kaçmaz. Sarah’nın kızı Lucy
diğer çocuklarla pek de iyi kaynaşamadığından tam o anda Todd’un oğlunun
sallandığı salınağın yanındaki salıncakta sallanmak isteyince kadınlardan biri
Sarah’yı kışkırtır ve telefon numarasını alabilirse ona 5 dolar vereceğini
söyler. Bunun üzerine Sarah onu çağıran kızını sallamaya gider ve Todd’la
tanışır. Adamla kısa ama gerçekten açık sözlü ve alçak gönüllü bu konuşma onu
etkilemiştir.
Bir süre sohbetten sonra çocuklar sıkılır ve Todd
gitmeden önce Sarah onu yanına çağırır ve ona iddia’dan bahseder, kadınları
kışkırtmak için Todd’un ona sarılmasını ister, bundan da fazla şaşırtmak
istediğini söylerken kaderin bir oyunu mudur bilinmez ama Todd Sarah’yı
dudaklarından öper. Diğer kadınlar salgın hastalığından kaçar gibi çocuklarını
bağrış çağırış içinde toplayıp uzaklaşırlar oradan.
Todd bir ev erkeği, karısını ve çocuğunu seven
biri, baro sınavına 2 kez girmesine rağmen verememiş biri annesini genç yaşta
kaybetmiş, avukat olmaya çalışan biri. Hayatı sıkıcı, çünkü çok çalışan
karısını az görüyor. Erkekliğini de giderek daha az yaşayan bu yakışıklı adam
Sarah’yı öptüğünde içi çoşku ile doldu, nicedir böyle hissetmiyordu.Todd çok
güzel bir karısı olmasına rağmen onunla bir türlü doğru iletişimi kuramamış biriydi,
arzularını dile getirmeyen, sorumsuz, içindeki çocuk ve sorumluluk sahibi olma
gerekliliğini anlayamamış biri...
Sarah eşinin bir striptizciye tutulunca ve onun
internetteki resimlerinin önünde evde mastrobasyon yaparken Sarah’ya yakalanır.
Buna delice öfkelenen Sarah ne yapacağını şaşırıp kendine bir mayo ısmarlar ve
Todd’un sürekli gittiği havuza gitmeye başlar. Bu havuz buluşmaları arttıkça
günlerden bir gün seller sular gibi yağan yağmurda ıslanırlar ve Sarah’nın
evinde sığınırlar, çocukları uyuyınca sarah’nın ona ilgili olduğunu okuduğu bir
şiir kitabında kendi resmini tesadüfen bulunca anlar ve onunla günlerce sürecek
tutku dolu sevişmelere başlar...
Çocukça olan bu masum oyun iki tarafı da yıpratmaya
başalar bir süre sonra : Sarah bağlandıkça bağlanır Todd’a ve hafta sonlarının
kabus gibi geçmesine dayanamamaya başlar, Todd’un karısının güzel olmasına
dayanamaz. Todd karısının güzelliğinin mühim olmadığını söylese de o onu görmek
ister ve görür de...Yıkılır.
Sınav tarihi gelip çatmıştır ama Todd sınava girmez
ve Sarah ile bir –iki günlük bir kaçamak yapıp kasaba dışına çıkarlar. Karısı
Kathy dönüşte karısı Lucy’yi annesine
anlatan oğlunun mutlu olması ve arkadaşının annesini(Sarah’yı) görmek için
davet etmenin iyi olacağını düşünür. Davet eder de ama aralarındaki bağı
görünce kndi annesini çağırmaya karar verir.
Todd artık gelen kayın validesiyle her yere gitmek
zorunda kalır, havuza, markete, parka...kısacası her yere. Yalnız kaldığı tek
gün futbol maçı yaptığı akşamdır ve Sarah onu izlemeye gemiştir. Maçı kazanan
gol sayısını attığında ona destek olan ve tezahürat yapan Sarah’yı görünce
mutluluktan ne yapacağını şaşırır: tutkunun kör ettiği bu iki kişi sarılır
öpüşürler ve Todd , ilişkilerini sesli sorgulayan ve yaşananların gerçek
olmadığını söyleyen Sarah’ya kaçmayı önerir.
Fimde hakim olan gerilim havası sonuna kadar devam
ediyor.
Esasında mahalleye geri dönene pedofil Ronnie,
herkes için korkutucu biri. Adamın gerçekten sapık olduğunu anlıyoruz. Bir gün havuza gider ve herkes bağıra çağıra
havuzdan çocuklarını havuzdan çıkarır.
2 polis memuru adamı alır görür.
Ronnie’nin bir de onu karşılıkşız ve herşeye rağmen
seven annesi var. Evlerini sürekli taciz eden eski bir polis memuru Larry var,
kendisi birkaç yıl önce bir markette 13 yaşında bir çocuğu vurmuş ve bunun
depresiyonundan kurtulamayıp erken emekli edilmiştir. Bu sapık Ronnie’ye öyle
çok takmış durumdadır ki onun takıntısı da giderek hastalık halini alır,
anlattıklarından karısının çocukları da alarak kendisini terk ettiğini anlarız.
Bir gün yine Ronnie’nin evini taciz ederken annesi
kalp krizi geçirir ve aynı akşam hastanede ölür. Bunun acısını dindirmeye
çalışan Ronnie kendini hadım eder.
Ana demek kendinden vermek demek, karşılıksız
sevmek demek, herşeye rağmen sevmek ve sürekli çocuğunu düşünmektir. Ana olmak
demek hayatını çocuklarına sunmaktır. Ronnie’nin annesinin de dediği gibi, her
insan bir mucizedir, sevdiğini kaybedebileceğini bilmesine rağmen hayatta
kalması gerekir insanın. Doğadaki en zor şey insan olmaktır.
Gelelim bizim 2 tutkulu aşığa: Sarah aynı akşam
kızı Lucy’yi alarak, Todd’a randevu verdiği çocuk bahçesine kızıyla gider. Kızı
sürekli gitmek istemediğini ve eve dönmek istediğini söyler. Todd evde oğlunu
uyandırır ve onu incitmek istemediğini onu sevdiğinin söyler ve evden ayrılır.
İlk parka gelen Sarah olur, Todd’u beklerken kızını salıncakta sallar ama
gecenin köründe gelen o sapık Ronnie olur, Ronnie gecenin karanlığında
hıçkırarak ağlar.
Bir yandan korku sarar Sarah’yı ama Ronnie’nin
ağlamasına dayanamayıp yanına gider ve iyi olup olmadığını sorar. Annesinin
öldüğünü söyler, onu hiç birşey beklemeden tek seven kişiyi kaybettiğini
söyler. O sırada Lucy’nin kaybolduğunu görünce Sarah çılgına döner, bir tokat
gibi gelir bu ona tutlu oyunundan uyandığı bir rüya gibi aydınlanır yüreği,
kızını sevdiğini fark eder onsuz hayatın anlamsız olduğunu görür ve kızı
hayatındaki en önemli şey oluduğunu görür. Ona sıkı sıkı sarılır, ve eve dönmek
isteyen kızını alıp evine döner.
Sarah’ya kavuşmaya giden Todd sürekli her akşam
izlediği keybordçu çocuklara raslar, kader çarkı burada da kendini gösterir ve
çocuklardan biri bunu denemek isteyip istemediğini sorar Todd’a. İçindeki
çocuğu hiç büyütemeyne Todd onlara takılır ve kaymayı denerken düşer ve
yaralanır. Ambulans gelir, o sırada cebinden düşen karısına yazdığı mektubu
verirler ona, ona ihtiyacı olmadığını söyler ve karısına haber verilmesini
ister. Bir uyanış sahnesi daha...
Aşk nedir? Aşk tutkulu bir oyun mudur? Geçici bir
heves midir, kadın bedenindeki haz mıdır, aldatmanın tadımıdır yoksa aşk
kendini bilmemekmidir....
Yaşananlar bir tokat gibi suratınıza patlatıyor
film: uyan sıkıcı olan hayatın, çocuğunu mutlu ediyor esasında ve sen ondan
sonra gelirsin çünkü annesin, tehlikeli erkek büyümemiş sorumluluk sahibi
olamamış erkektir, herşeyi hazıra bekleyen erkektir . Todd neden Sarah ile
takıldı : Sarah bedenen ona kendini sunmaya hazırdı, Sarah’nın kocası para
kazanıyordu ve dolayısıyla kendisinin de parası verdı, Sarah tam da onun boş
olduğu saatlerde boştu ve onu dinliyordu, zavallı karısı kendini ay sonunu
getirmeye çalışarak çalışan kadın çocuğunun özlemiyle yanıp tutuşuyor. Tüm gün
evden uzak, ve kocasının sınavı en azından bu 3. seferde kazanacağına inanan
biri... mutlu bir kadın, kocasına karşı
baskıcı olmayan biri....
Günümüzdeki şartları düşündüğümüzde erkeğin
çalışmamasının çok da doğl karşılanmadığı bu devirde evin tüm giderlerini
karşılar Kathy ve kocasına güvenen biri, ta ki Sarah ortaya çıkana kadar.
Filmin sonunda pişman emekli polis Larry pedofil
Ronnie’yi çocuk bahçesinde kendini hadım etmiş vaziyette bulur ve onu hastaneye
yetiştirmeye çaışır. Bu bir uyanıştır,çünkü kimse hatasız değildir ve kimse
mükemmel değildir, ve iyi biri olmak için asla geç değildir.
Senin kurgulayacağın bir sona açık bırakılan film ,
sana mutlu bir son düşündürüyor.
Herkesin bir anda olgunlaştığı ve sorumluluk sahibi
olduğu bir son : kadını kocasına ve cocuğuna döndüğü mutlu bir son, belki
iletişim kurmanın ve birlikte mutlu olmanın yollarını da bulurlar.Karısına ve
çocuğuna dönen bir adam, belki sahip olduklarının kıymetini anlar ve ailesine
daha sıkı sarılır, duygularını dile getirir iletişim kurmayı becerir ve
sorumluluk sahibi olur umuyoruz. En nefret ettiği kişiye bile yardım eli uzatan
içindeki insanı dışarıya çıkaran Larry, ve kimseye zarar vermek istemeyne
Ronnie’nin kendindeki kötülüğün kaynağına ulaşıp ondan kurtulması, kendini
hadım etmesi...
Sanki eski olan herşey yeni günle birlikte
unutulacak ve tıpkı yağan yağmurun toprağı beslemesi gibi yeni ekinlere neden
olacak, gece herşeyi silip süpürüp pisliklerden ve günahlardan arındıracak
herkesi. Yeni gün günahsız, yeni doğmuş bir bebek kadar masum bizlere biz olma
iyi olma doğru olma fırsatı vermesini umuyoruz, öyle olsun istiyoruz...ama kim
bilir, kim bilebilir nelere gebedir.
***
KOKU
Koku kitabını
okumadım ama film hakkında yorumsuz kalamayacağım: film ilk başta saçma
görünüyor, hiçbir değeri olmayan zavallı Jean Baptiste Grenouille adlı kişinin
doğa üstü koku alma yeteneği sayesinde insanlara hükmetme isteğinin hırsa
dönüşmesi ve bu hırsın onu ele geçirip sonunda istediğine ulaşınca da yok
olmasini anlatıyor. Kendisinin yıllar süren kimlik arayışının neticesiz
kalması, herkes gibi sürüden biri olması ama o sürüdeki hiç sevilmemeiş ,
sevilmeyen hiç değer verilmeyen biri olması onu kendini bulabilmek ve var
olduğunu ıspatlamayabilmek için daha da hırslı yapar, toplumda sürekli
aşağlanıp dövülen itilip kakılan biridir o, kimse ona değer vermediğinden,
diğer insanların da değerli olabileceğini düşünmez , bilmez. Bu nedenle de
kendini sevmek ve sevdirmek geçici bir süre için de olsa arzulanabilmek için
dünyanın en iyi ve etkileyici kokusunu yapmak için tüm zamanını enerjisini ve
her anını harcar. Kendi kokusunun olmadığını anladığı anda bu hırs daha da
şiddetlenir. Kokunun bedeli 12 masum kadının ölü bedeniyle ödenir. Yaptıklarını
açıklamaz, kendince haklıdır Grenouille, o sevmek ve sevilmek ister. Zaten
sevmiyor ve sevilmiyorsan yaşamak ölümden farksız.
Yok ederken var
olan biri, katil olması onu toplum içinde var ediyor, varlığını hissettiriyor, insanları birbirine düşürüyor, korku ve
paniğe neden oluyor, o bir katil ama
hala kimliği belirsiz biri. Dünyaya hükmetme hırsının bittiği yerde de herşeyin
yapay olduğunu görür ve uyanır.Koku! Onu var eden şey de yok eden şey de
kokudur.
Fimde o dönem
insanının sefaleti gerçekten çok iyi tanımlanmış.İnsanların mucizeye inanan
saftirikler olduğunu da görüyoruz. Herkes bir gün bir melek gelecek ve bizi bu
sefaletten kurtaracak diye inanan zavallılar ordusu var karşımızda. Garip bir
şekilde, bize bahşedilmiş bu hayatın içinde kimliğimizle yetinmeyip varolma
savaşında kazanmanın da kaybetmenin de bir değerinin olmadığını görüyoruz.
Pislik içinde
doğmuş sevilmemiş, okşanmamış hiçbir güzel söz duymamış birinden iyi ve ahlaklı
olmasını beklemiyoruz ama en azından toplum kurallarına uyup insan varlığına
saygı
göstermesini
bekliyoruz. Bu beklenti de boş çıkıyor.Grenouille kendi varlığını o kadar
önemsiyor ki
öldürdüğü kadınların kokusunu en iyi şekilde toplayıp muhafaza edip herkesi
baştan çıkarmak istiyor. Kadınların bedenlerine olağanüstü bir özen gösteriyor.
Tıpkı bir
kadının bir erkeği baştan çıkarması gibi,
Netice önemli
değil çünkü hayatın kendisi saçma.
Sanırım kitabı okumak bu durumda da en iyi seçenek gibi
görünüyor!