Haneke’nin Oscara aday ve Cannes film festivalinde
en iyi film ödülünü alan AMOUR (AŞK) filmini izledim. Filmin adı herkesin
hayallerini süsleyen “aşk” olunca ister istemez beklentiler de büyük oluyor.
Garip bir sessizlik içinde geçen filmin her
dakikası insanı geren bir sabır gerektiriyor.
Filmin baş kahramanları seksenli yaşlardaki emekli
karı koca Anne ve George. Sahip oldukları dairede kimseye muhtaç olmadan,
kendilerine yeterek, gayet rutin ve fazlasıyla sıradan bir şekilde yaşamlarını
geçirmekteler.
Bu dümdüz heyecansız yaşam Anne’in yavaş yavaş felç
olmaya başlamasıyla gergin ve eğri bir hal almaya başlar. Filmde Anne felç
geçirir. Felç yavaş yavaş yaşlı kadının bütün vücuduna yayılır. Bu olay, karı
kocanın hayatını altüst eder. Başlarda özverili ve sabırlı olan George, zamanla
tüm umudunu yitirir. Kadının acıları her geçen gün daha da artar. Hem adam, hem
de kadın için yaşam çekilmez olmaya başlar, kadına bakma sözü veren George bu
yükünün sorumluluğu altında ezildikçe ezilir.
Anne daha iyi olduğu zamanlarda hayalarının
geldikleri bu aşamadan sonrasının anlamsizliğini her firsatta vurgulasa da
George buna karşı çıkar ve direnir. Film boyunca hayat arkadaşına en iyi
şekilde bakmaya çalışır yaşlı adam, eve yardımcı hemşireler alır, kadınına
verdiği sözü tutar onu yaşlı bakım evlerinde bırakmaz. Elinden gelenin en
iyisini yapar ama sonunda o da pes eder, eşinin acılarına son veririr ve Anne’i
yastıkla boğar.
Yaşlılığın zorluğunu bu kadar iyi anlatan,
hissettiren başka bir film varmıdır bilemiyorum. Sorumluluğun zincirlerini bir
bir önümüze seriyor yönetmen, bu pırangaların ağırlığını çok yetenekli bir
şekilde damarlarımızda hissettiriyor.
Aşık oluyoruz, evleniyoruz, "iyi günde ve kötü
günde" diye yemin ediyoruz, seviyoruz,sevişiyoruz, çocuk yapıyoruz,birlikte
yaşlanıyoruz, büyümüş çocuklarımız bizleri ziyaret etme külfetini daha da nadir
katlanıyorlar... Yalnızlaşan insanın dramı.
İnsanın kaçamayacağı o zamanlardan korkması doğal
geliyor bana şimdi.
Kanımca HANEKE insanoğlunun hiç haketmediği halde varlığının sona ermesi fikrine karşı çıkıyor, doğal olarak buradan da doğacak olan soru şu "Neden yaşıyoruz?". Bir zamanlar güçü ve herşeyi yapabilecek olan insanoğlunun güçten düşmesi, kendine bakamaz hale gelmesine hayatın acı bir sonla noktalanmasına bu filmle isyan ediyor yönetmen. Aslında "AŞK"ı insanın otonazi hakkının olmasını savunan bir film olarak görmek de mümkün diye düşünüyorum.
Kanımca HANEKE insanoğlunun hiç haketmediği halde varlığının sona ermesi fikrine karşı çıkıyor, doğal olarak buradan da doğacak olan soru şu "Neden yaşıyoruz?". Bir zamanlar güçü ve herşeyi yapabilecek olan insanoğlunun güçten düşmesi, kendine bakamaz hale gelmesine hayatın acı bir sonla noktalanmasına bu filmle isyan ediyor yönetmen. Aslında "AŞK"ı insanın otonazi hakkının olmasını savunan bir film olarak görmek de mümkün diye düşünüyorum.
Yaşlılığın yalnızlığa, terkedilmişliğe eşit
olduğunu gösteren bu depresif filmin her karesinde acıyı, umutsuzluğu damarlarınızda akan her kan damlasında hissediyorsunuz.
Ben filmde “aşk” adına pek birşey bulamadım. Aşk
nedir? Bu seyrettiğin gördüğün şey aşk mı? Aşk =Ütopya. Gerçek yaşamın bize illüzyonlarımızdan farklı sürpizler hazırladığı kesin. Tüm yaşamı sorgulatan, insan ilişkilerinin geçiciliğini anlatan, aile kavramını anne, baba, çocuk temasında tokat gibi etki bırakan bir film olmuş, sabırla seyredenler filmin tadına varabilecekler.
Ektiğiniz sevgi tohumlarının her gün çoğalması
dileği ile...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder