Shutter Island karanlık ve gerilimli bir film. Dennis Lehane’ın Zindan
Adası” kitabından sinemaya uyarlanmış.
Film, Leonardo Di Caprio, Michelle Williams, Ben Kingsley, Marc Ruffalo
gibi iyi oyuncuların yer aldığı ve
görsel efektlerin güçlü olduğu bir gerilim. Gerildikçe geriliyor insan
seyrederken, birçok sahneyi gözlerimiz hafif kısık seyrediyoruz.Yani bu film
öyle koltuğunuza rahat rahat uzanıp seyredebileceğiniz türden değil.Neyse ki
arada nefes aldırmayı unutmuyor yönemenimiz.
Shutter Island adı üstünde bir adada geçiyor. Ada aslında prikyatrik
sorunları olan, akli dengesi yerinde olmayan suçluların tutulduğu ve tedavi
edilmeye çalışıldığı bir yer.
Baş kahramanımız ,
federal ajan ve dedektif Teddy Daniels bir yardımcısıyla, kayıp bir kadını
aramak üzere adaya feribotla geliyorlar.
Yavaş yavaş adadaki herşeyi Teddy’nin gözüyle görmeye başlıyoruz. Bir
şekilde Teddy ‘nin kendisiymişiz hissine kapılıyoruz. Koğuşların karanlığı,
doktorların sözleri, konuşmaları, oradaki yardımcılar, hastalar herşeyden irkilip skeptik
bir şekilde filmi izlemeye dalıyoruz. Herşey gri ve kasvetli. Ana karadan
uzaklık, karanlık, yağmur, fırtına,gece, deniz feneri, kayalıklar, mezarlık ve
gerilimli bir müzik eşliğinde olay örgüsü sürükleyici ve etkileyici bir
anlatımla karşımıza seriliyor.
Leonardo Di Caprio oldukça başarılı. Ben Kingsley ve Marc Ruffalo’nun
oyunculukları ortalamanın üstünde, yönetmenin Martin Scorsese olması biraz
garip geldi bana, bu kadar gerilimin üstünden iyi gelmiş doğrusu.
Filmin sonu gerçekten acıklı. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu filmin sonunda kavrıyoruz.
Kendi yaşamı ve gerçeği ile yüzleşemeyen, yaşadığı derin travmayı
kabullenemeyen, hayatta sevdiği herkesi ve herşeyi çok acı bir şekilde
kaybetmiş bir adamın kendi kendini tıktığı bir tımarhaneye dönüşüyor bu
ada.Teddy’nin sanrılarınyla donanmış ve aslında gerçekle çok da bağdaşmayan bu
hapishanede, kendine yakıştırdığı farklı bir kimlikle var olmak ve o kimikle
yaşamına devam etmek isteyen bir adamın gerçeğe karşı savaşının hikayesi bu.
” Hangisi daha kötü olurdu; bi canavar olarak yaşamak mı, yoksa iyi bir
insan olarak ölmek mi?“
Teddy’nin yarattığı bu hayali dünyada iyilik uğruna çalışan dedektif
kimliğini tercih etmesi doğru bir seçimmiş gibi geliyor bize, çünkü herkes “iyi
biri olarak yaşamak ve bilinmek “ ister.
Aslında fim insan beyninin ve psikolojisinin gücü üzerine de iyi bir örnek
oluştırmakta. Herşeyin kişiden kişiye nasıl değiştiğini ve ne kadar farklı
algılanabileceğini çok net bir şekilde gözler önüne seriyor. Hepimizin içinde
yaşadığı bu dünyayı kavrama biçimimizin kendi bilgilerimiz ve yaşamlarımız
doğrultusunda şekillendiğini bir kez daha anlıyoruz. Ve aslında bizim kim
olduğumuzu belirleyen temel şeyler, yaşadıklarımız ve tecrübe edindiklerimizin
kafamızda oluşturdukları “ben” imajından başka birşey değildir.
Filmin artısı iyi bir senaryosunun olması. Film boyunca rüya-gerçek,
gerçek-haüsinasyon, gerçek-hayal gibi gelgitlerle seyirciyi ekrana kilitleyen
ve nefis bir sonu olan bu filmi
gerilimden hoşlananların seveceğinden eminim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder