22 Mart 2013 Cuma

SHUTTER ISLAND

Shutter Island karanlık ve gerilimli bir film. Dennis Lehane’ın Zindan Adası” kitabından sinemaya uyarlanmış.

Film, Leonardo Di Caprio, Michelle Williams, Ben Kingsley, Marc Ruffalo gibi iyi oyuncuların yer aldığı ve  görsel efektlerin güçlü olduğu bir gerilim. Gerildikçe geriliyor insan seyrederken, birçok sahneyi gözlerimiz hafif kısık seyrediyoruz.Yani bu film öyle koltuğunuza rahat rahat uzanıp seyredebileceğiniz türden değil.Neyse ki arada nefes aldırmayı unutmuyor yönemenimiz.
Shutter Island adı üstünde bir adada geçiyor. Ada aslında prikyatrik sorunları olan, akli dengesi yerinde olmayan suçluların tutulduğu ve tedavi edilmeye çalışıldığı bir yer.
Baş kahramanımız , federal ajan ve dedektif Teddy Daniels bir yardımcısıyla, kayıp bir kadını aramak üzere adaya feribotla geliyorlar. 

Yavaş yavaş adadaki herşeyi Teddy’nin gözüyle görmeye başlıyoruz. Bir şekilde Teddy ‘nin kendisiymişiz hissine kapılıyoruz. Koğuşların karanlığı, doktorların sözleri, konuşmaları, oradaki yardımcılar, hastalar herşeyden irkilip skeptik bir şekilde filmi izlemeye dalıyoruz. Herşey gri ve kasvetli. Ana karadan uzaklık, karanlık, yağmur, fırtına,gece, deniz feneri, kayalıklar, mezarlık ve gerilimli bir müzik eşliğinde olay örgüsü sürükleyici ve etkileyici bir anlatımla karşımıza seriliyor.
Leonardo Di Caprio oldukça başarılı. Ben Kingsley ve Marc Ruffalo’nun oyunculukları ortalamanın üstünde, yönetmenin Martin Scorsese olması biraz garip geldi bana, bu kadar gerilimin üstünden iyi gelmiş doğrusu.

Filmin sonu gerçekten acıklı. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu filmin sonunda kavrıyoruz.
Kendi yaşamı ve gerçeği ile yüzleşemeyen, yaşadığı derin travmayı kabullenemeyen, hayatta sevdiği herkesi ve herşeyi çok acı bir şekilde kaybetmiş bir adamın kendi kendini tıktığı bir tımarhaneye dönüşüyor bu ada.Teddy’nin sanrılarınyla donanmış ve aslında gerçekle çok da bağdaşmayan bu hapishanede, kendine yakıştırdığı farklı bir kimlikle var olmak ve o kimikle yaşamına devam etmek isteyen bir adamın gerçeğe karşı savaşının hikayesi bu.
” Hangisi daha kötü olurdu; bi canavar olarak yaşamak mı, yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?“
Teddy’nin yarattığı bu hayali dünyada iyilik uğruna çalışan dedektif kimliğini tercih etmesi doğru bir seçimmiş gibi geliyor bize, çünkü herkes “iyi biri olarak yaşamak ve bilinmek “ ister.

Aslında fim insan beyninin ve psikolojisinin gücü üzerine de iyi bir örnek oluştırmakta. Herşeyin kişiden kişiye nasıl değiştiğini ve ne kadar farklı algılanabileceğini çok net bir şekilde gözler önüne seriyor. Hepimizin içinde yaşadığı bu dünyayı kavrama biçimimizin kendi bilgilerimiz ve yaşamlarımız doğrultusunda şekillendiğini bir kez daha anlıyoruz. Ve aslında bizim kim olduğumuzu belirleyen temel şeyler, yaşadıklarımız ve tecrübe edindiklerimizin kafamızda oluşturdukları “ben” imajından başka birşey değildir.
Filmin artısı iyi bir senaryosunun olması. Film boyunca rüya-gerçek, gerçek-haüsinasyon, gerçek-hayal gibi gelgitlerle seyirciyi ekrana kilitleyen ve  nefis bir sonu olan bu filmi gerilimden hoşlananların seveceğinden eminim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder