18 Mart 2013 Pazartesi

The Master

The Master

Freddie Quell kayıp bir vaka, kimsesiz bir adam, sevgisiz  ve ilgisiz büyümüş biri. Bir ayyaş, bir seks düşkünü, güvenilmez ve iş yapamaz bir düşmüş. Doğduğu yere ait olmadığı gibi, bağlanma sorunları da olan biri. “The Master” böyle bir adamın hikayesinin etrafında yeni oluşmakta olan “The Cause” grubunun (tarikat/ inanç vs olarak da aldandırılabilir) insanların hayatındaki yerine ve gerekliliğine değiniyor.
Film, insanın temeldeki yalnızlığını, bir şeye ait olma, bir umuda tutunma ihtiyacını anlatırken bu tip sosyal grupları, oluşumları hem eleştiriyor, hem de bizleri bolca düşündürüyor. 

Hepimizin içinde bir yere umut bağlama, bir yerde sevilme, orada kabul görme ihtiyacı duyuyoruz. Ailede bunu alamazsak, dışarıda bir yerlerde bunu mutlaka arar ve bulmanın peşine düşeriz. Çünkü olduğumuz gibi sevilme ihtiyacımız çok baskın ve aslında yalnızlık taşıması ağır bir yük. Yalnızlık bir süre sonra kendi kendimizi yok eden ürkütücü bir girdap, bir kısırdöngü halini almaya başlar ve seni iyi biri olmaktan uzaklaştırır.
İnsan hayatı kendini anlatma ve varlığına bir anlam katmanın dışında nedir zaten?

Burada "The Cause" modern kaybolmuş insanın psikolojisi üzerine bir eleştiri. 
"The Cause" tarzı oluşumlar insanlar için çöldeki bir vaha gibi,
Quell ve Dodd’un dostluğu, birbirileriyle olan bağ etkileyici.Quell bir köpek gibi Dodd'a bağlı. Quelle hayvani dürtülerle hareket eden, onun fikirleri uğruna tüm değerleri çiğneyebilen biri, çünkü sevilmeyi ve kabul görülmeyi sadece onun yanında yaşar. Dodd Quell’i kurtarabileceğine inanıyor, onu ailesinin, grubun, tarikatının içine sokuyor. Ona aidiyet duygusunu, sevilme duygusunu yaşatıyor.
Quell kendi hayatını arayıp bulma uğruna Dodd'u bırakır.
Ve bir grubun, tarikatın ya da ona ne derseniz deyin, oranın kurallarına, efendisine ihanet ederseniz  dışlanırsınız, kabul görmezsiniz, onlar sizi atmazlar ama siz kendi isteğinizle oradan çıktarsanız artık oraya geri dönüşünüz de mümkün değildir.

Freddie Quell , Dodd'u ve The Cause'u terk eder, geri döner ama artık orada istenmemektedir.
Freddie Quell bunca yaşanandan sonra  kayıp bir vaka olmaya devam ederek film son buluyor.
Tıpkı Buñuel’in 1961 yapımı “Viridiana” filminde Viridiana’nın yardım etmeye çalıştığı fakirlerin, dilencilerin, sokakta yaşayanların aslında bir iyilik karşısında “öz”lerinin değişmeyeceğini anlatması gibi 2012 yapımı The Master da aynı şeyi söylüyor: insanı kutraracak tek şey insanın kendisdir, seni sen yapan şey, kendine inancın, kendin için yaptıkların. Din, dil, ırk, topluluk hepsi birer köprü ya da tuzak ve aslında hiçbiri senin özüne sen izin vermedikçe ulaşamamakta.
Filmden sonra kime ve neye değer verdiğimiz, kim olduğumuz ve nasıl bir dünyada yaşadığımızın değerlendirmesini yaparken, eleştiri oklarını acımasızca kendi özümüze fırmaltmaktan hiç çekinmiyoruz. “The Master “ sayesinde bir tokata daha mağruz kalıyoruz.
Özetlemek gerekirse film insanın bir yere (bunlar mekan, grup, topluluk, sosyal kuruluş, aile vs. olabilir) ait olma ihtiyacını ve orada olduğu gibi kabul görmesinin önemi üzerinde dururken, insanın derin YALNIZLIĞINI çarpıcı bir şekilde işlenmiş.
Freddie Quell karakteri bir "kaybeden". Zayıf insan, içki bağımlılığı, aile sorunları, insanın kendinden ve kim olduğundan kaçamaması gibi konular çok iyi işlenmiş.
İnsanın en temel ihtiyacı sevgi ve olduğu gibi kabul görmesi üzerine bir başyapıt  "The Master". Bu yılki aday filmlerin arasında en kayda değer özgün senaryolardan birine sahip. Ben çok beğendim.
Joaquin Phoenix'in Oscar alamamasının en büyük nedeni filmde sergilediği olağanüstü performansı değil, canlandırdığı karakterin bir "kaybeden"e,bir “düşmüş”e ait olması.
Philip Seymour Hoffman rolün hakkını çok çok iyi vermiş.
2012 yapımı filmlerin içinde seyredilmesi gerekenlerin arasında ilk 10'umda “The Master” kesinlikle var!

Not : Joaquin Phoenix bana Bradley Cooper gibi çıtır çerez bir oyuncunun en iyi erkek oyuncu dalında Oscar’a aday olmasının ne kadar saçma olduğunu bir kez daha gösterdi. Aynı kulvarda yarışmaları bile saçma. Ah Bradley, ah daha çooook ekmek yemen gerek, bu halinle Joaquin’in eline su dökemeyeceğin gibi, küçük tırnağı bile olamazsın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder